Ekim 29, 2010

sis,pus,sus


Puslu bir Ankara sabahı. Bayramlar, seyranlarda da çalışan azınlık grubundayım ama bu Cumhuriyet Bayramı denk getirdim evdeyim. Puslu sabahın keyfini çıkarıyorum. Dağların görebildiğim yerlerini hayal meyal seçebiliyorum. Akşamdan beri aralıksız yağan yağmur biraz önce durdu. Orta demli bi çay yaptım. Çay kaynarken; çatıya yakın olduğumdan mütevellit, bütün evi gözlerim tavanlarda, başım dik, alnım açık, mağrur dolaştım. Badanada görebileceğim küçük bir renk değişikliği o, başım dik, anlım açık, mağrur edamı anında yerle yeksan ederdi elbette ama şimdilik sıyırdım. Hasar tespit çalışmaları sonucu rapor olumlu. Konu komşudan ödünç leğen, kova aramayacağım. Bende leğen yok çünkü. Millette de yok. Yan komşum emekli savcı bey ve eşi sağolsun (yüz yaşındalar kesin ama nazar değmesin diye!!! seksen diyorlar ) Onlardan bulabileceğimi düşünüyorum. Eskiden leğensiz ev olmazdı. İrili ufaklı bakır, alüminyum leğenler..Küçükleri bulaşıkta büyükleri çamaşırda kullanırlardı. Çinkodan da yapılmıştı galiba. Plastikler sonra çıktı. Çamaşır günleri nefretlik bir gün olurdu. Hele şehirde yaşayanlar için. Evlerin içi yoğun sabun ve buhar kokusu karışımından geçilmez, banyo- yetmezse diğer alanlarda öbek öbek leğenler dururdu. Anneler de sinirli olurdu o günlerde. Çocuklar ve babaların sorumsuzluğu depreşirdi , kaçardık evden mümkünse.
Akşam yağmur yağıyordu, ben leğenleri düşünüyordum. Leğenleri düşünürken balkon camlarını açmış yağmuru koklamaya, sesini duymaya çalışıyordum. Çalışıyordum, çünkü sürekli geçen arabalar sesi bastırıp duruyor, sinirlerimi dertop edip ayaklandırıyordu. Bir iki sene öncesine kadar merkeze yakın ama sessiz semtte oturduğum için ne kadar mutluydum bilemezsiniz. İşten eve döndüğümde sanki bir sayfiyeye gelmiş gibi hissederdim kendimi. Ağaçlar, kuşlar, iki-üç katlı eski evler-ki benim oturduğum sekiz katlı apatmanda kendimi suçlu hissederdim-.. Kedi, köpek-hatta uzaklardan da olsa horoz, kuş sesi rüzgar, yağmur sesine birbirini bastırmadan karışır, müziğe güç katan, müziğin ruhunu vurgulayan notalar gibi birbirini desteklerdi. Kar sesini bile duymuşluğum, çimlerini biçiyor, motor sesiyle ortamı çirkinleştiriyor diye komşulara çemkirmişliğim vardır. Bir iki yıl içinde şimdinin şehir modası, belediye rantı AVM’lerden biri de bizim semte dikildi, yanı başında otuz, kırk katıyla iki-üç katlı evlere derebeyi kesilen “yeni yaşam alanı” ile birlikte. Ne olduysa o zaman oldu. Önce devasa inşaat alanı yüzünden bi rahatımız kaçtı. Sonra koca koca ilanlar, şenliklerle AVM açıldı. Şehrin dört bir yanından insanlar bir AVM’de neyi ne kadar farklı bulabileceklerini sandılarsa akın akın geldiler, gezdiler.. Diğerlerinden farklı olmadığını anlayınca başka yerlerde açılanlara umutlarını taşıyarak artık uğramaz oldular. Bu esnada “şehrin içinde, tabiatın tüm zenginlikleri ve güzellikleri eşliğinde” olduğu iddia edilen devasa proje bitmiş, milyarları olanlar ilk on kata, trilyonları olanlarda son yirmi kata yerleşmeye başlamışlardı. Arkalarında ve önlerinde kalan kısa boylu, birbirlerine saygı duyan evlerin görüp göreceği bütün manzarayı keserek. İş manzarayla da bitmedi. Bu deve kuşunu oraya konduran, getirebileceği trilyonları hesaplayabilen zihniyet, taşıyabileceği trafik yükünün hesabını hiç tutmamıştı. Sakin, ağaçlıklı, dar yolların bir iki kavşak genişletmesiyle binlerce araç fazlalığını taşıyabileceğini, dahası eziyet çekmeye zaten alışmış yurdum insanına bu kadarının bile çok olduğunu düşündü. Şimdi “seçkin yaşam alanı”mızın “seçkin” dairelerine taşınıyor insanlar, altlarında dana-ne danası öküz büyüklüğünde “jeep”leriyle. Tabiata yakın olacaklarına nasıl inanmışlarsa “jeep”ten başkası olmaz diye öngördüler zahir. Daracık yollardan, tafik ışığı bile koyulmayan kavşaklardan kim kime daha çok göz dağı verirse yola koyularaktan yaşamaya başladık. Altı adımlık yoldan karşıdan karşıya geçemez olduk, mahalle içinde. Geceleri arabalarını öttüre öttüre caka satan zihniyetler geziyor buralarda. Köyünde, dağında, bayırında sağına soluna bakmaya ihtiyaç duymadan dolaşan, bağıra bağıra konuşan, doya doya kavalını öttüren genlerimiz, birbirine bitişik, iç içe yaşamanın naifliğini öğrenemeden bu hayata geçip bir de parayı bulunca teknoloji devşirmesi oluyor zahir. Görgüsüzlük otuzar kırkar katlarla geliyor. Doğal olanı yıkıp, kat kat betonun arasından sular akıtarak, taşıma ağaçlar dikerek geliyor. O Betonların çevresine duvarlar çekerek, yapay suları, taşıma ağaçları parayı veren düdüğü çalar görmeli diyerek geliyor. Mekanda zarifliği hissetmeyen ruh anında arsızlaşıyor.
Benim de derdim neymiş? Yağmurun sesini duyamamışım da, hissiyatım bozulmuşta.. Haspam..
Yağmur sesi duyacaksan kıra git, dağa git şehirde ne işin var?
Ne hislerle oturdum şunun başına neler yazdım.
Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun.
U(YKSZ)

1 yorum:

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

oyy canım benim yaa :)) UYRGZR-.-

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...