Haziran 07, 2011

VATİKAN-2



Bugün kararlıydık..Vatikan bitecekti..Kahvaltı saatinin elverdiği ölçüde erken kalkıp silahlarımızı kuşandık..yani her duruma uygun-yağmur yağarsa yağmurluklar, güneş açarsa soyunup dökünecek şekilde ince hırka,bluz ikilisi, yürüyüşe uygun ayakkabılar(uyurgezer ayakkabı kısmından muaf, o öldürüp ayakkabılarını çalacağı  adam arıyor)-giysiler ile kahvaltıdayız. Ortak mutfakta annesiyle oğlunu görmeye gelmiş Fransız, sevgilisiyle eğlenmeye gelmiş Hollandalı, kızıyla gezmeye gelmiş; benim commandantem olacak, Şilili ile birbirimize şeker, reçel vb kahvaltılıkları uzatıp duruyoruz. Ancak nankör kız kardeşlerim, benim kahvaltıyı erken bitirip dişlerimi kazımaya gitmemi fırsat bulup, Şili’linin “Ankara’yı görmedim, gezecek yerleri nereler” sorusunu “aman aman hiç gidilmez” benzeri bir şekilde cevapladıklarından dul Şililim ile Ankara’da buluşma hayallerimin içine etmiş oldular ve ikinci Vatikan seferi bu moral bozukluğu ile başlamış oldu.
228 sütunla çevrelenmiş St. Pietro meydanı her zamanki gibi dopdolu.. Kuyruğun ucuna ilişip iki saate yakın bekleyeceğiz kaçış yok. Bari dondurma yiyerek geçirelim ilk on dakikayı, oyalanırız dedik. Meydanın kenarlarına kurulmuş minibüs kılıklı seyyar yiyecek-içecekçilerden eder sormadan dondurma istedik. Bizim İngiliz kardeşi kasa yaptığımızdan o alıyor bize uzatıyor. İlkini bana uzattı, kuyruğun uzunluğunu düşündüğümden midir nedir yangından mal kaçırır gibi yemeğe başladığım esnada üç dondurmanın 17 avro ettiğini duydum.” İstakozdan mı yaptınız ulan bunu” diye ulumaya başlamıştım, İngiliz kardeş “geri verelim anasını satayım” diye söylenecekken ağzımın kenarlarındaki dondurma kalıntılarını görüp “yemiş bile” diye hüsran krizine girdi..
Cüzdanımıza yediğimiz kazığa dondurmanın serinliği iyi geldi mi şu an itibarıyla anımsayamıyorum. Uzuuuun bekleyişten sonra St. Pietro Katedraline ayak bastık. Katedrale girmeden önce kuyruk ikiye bölünüyor, bir tanesi kubbeye gidiyor, biz katedral kuyruğunu seçtik  (her zamanki gibi sonrasında pişman olacağımız bir seçimdi, çünkü kubbeye önce giderseniz kubbeden inişte katedralin içine giriyordunuz. Bunu bilmediğimizden önce katedral için, katedralden çıkıp bir de kubbe için kuyruk bekledik. Neyse…)

13. yy’da Borromini’nin başladığı Mikelanj’in tamamladığı Katedralin her milimetresi şahaser dolu..Papaların mezarları, 24 şapel, Mikelanjın Merhametinden Musa’nın Hükmüne… Başımız dönüp nefesimiz kesilince katedralden çıkıp kubbe kuyruğuna yöneldik. Uyurgezer kuyrukta önümüzdeki bi Fransızı gözüne kestirdi. Üç kişiler aslında ama birinin ayakları ona uygun..Kaş göz edip duruyoruz. Katedral girişi bedava.
Kubbeye yürüyerek tırmanırsanız 5 avro, asansör kullanırsanız 7 avro.. Yürürseniz 520 basamak, asansör ile yürürseniz 320.. Asansör ile yürürseniz diyorum çünkü asansör sadece 200 basamak için geçerli sonrasını paşa paşa yürüyon gene.. Bizim sisterlar hiç değilse 200 basamak atlayalım dediler verdik 7 avroları, Fransız delikanlılar ise bütün basamakları yürümeyi tercih ettiler de Uyurgezerin gazabından son anda yırttılar.
Kalbi, tansiyonu olanlar kubbe gezisinden vazgeçsinler, merdivenler ve aralarındaki kısa yollar daracık, enli boylu vatandaşlar sıkışıp kalabilirler ona göre.. İki kişi yan yana sığmıyor, dönüş yolu da bu yüzden herhal başka tarafta..Kubbeyi çepçevre dolandık kısacası.. Manzara harikaydı kubbede.. 

Kalabalıktan, hemen tavaf edip iniş yoluna girdik.. Çıkışta İsviçreli muhafıza göz kırpmayı ihmal etmedik, ciddiyetinden ödün vermedi ama yan yan bakip iç çekti:))))

Tabi bu süre zarfında öğle zamanı gelip geçmiş acıkmaya başlamıştık. Açlıktan zahir st.Angelo Kalesini görelim görmeyelim diye kavgaya girişmişiz.. Risorgimento Meydanından 24 no’lu otobüse atlayıp, Tiber kıyılarında yol almaya başladık..

Romalılar ya Vespalarına binip sokaklarda arı vızıltısı gibi dolaşıyor ya da minik arabalarıyla böyle kolaycana park ediyorlar, güzelliğe bakın..

Sisto köprüsü durağında inip Trestevere bölgesini adımlamaya başladık..Sokaklar, sokak aralarında kurulmuş pazarlar, St.MAria Kilisesi derken Lungaretta sokağını bulduk..
Küçük dükkanlar, takı satan sergiler, dizi dizi restoranlar.. Çok güzel bir sokaktı.. 

Oradan Tiber kıyısına gittik, kıyın kıyın gezip Palatino köprüsünden karşı yakaya geçtik.. Hazır buralardayken Bocca della Verita’yı görmemiz şart  oldu.. Görünce hayal kırıklığına uğramadım değil.. Uğradım.. Yolun kıyısında küçücük bir alanda, lağım kapağını dikeltip, bi duvara dayamışlar olmuş sana turistlerin kuyruklaştığı Bocca della verita... İtalyanca “gerçeğin ağzı” anlamına mı geliyo ne..İnanışa göre eski Roma’da savaştan dönen askerler karılarının ellerini bu kapağın ağız biçimindeki boşluğuna sokarmış, aldatılmışlarsa gerçeğin ağzı ellerini kaparmış.. Bunu anlatıyorum bilgiç bilgiç bi baktım bizim Uyurgezer kolunu sokmuş poz veriyor.. “Yuh artık bu kadar da” dedim.
Bu arada yürümekten kaçınanlar Roma sokaklarını zencefille gezebiliyorlar, uyanık Uzakdoğulu grup bu yöntemi tercih etmiş..

Bizimkilerin de gözü kaldı ama yürüyenler ekolüne halel getirmem hem siz cezalısınız Şilili yüzünden deyip gözlerimden ateşler fışkırtınca zencefili mencefili unuttular..
Gerçeğin ağzının ne kadar gerçek olduğunu test ettikten sonra otobüse atlayıp del Corso caddesine attık kendimizi.. Del Corso aşk çeşmesine uzanan cadde.. Yol üstü hediyelik eşyacılar, yeme içme yerleri..annaaaa, bu kadar faaliyetten sonra hala açız, inanılacak gibi değil ama unutmuşuz.. Allah Allah.. İşin garibi ayaklarımız da durunca ağrıyor artık, yürüyünce ağrımıyor. Bi gariplik var ya neyse.. Roma çarptı bizi..
U(YKSZ)

3 yorum:

mefisto dedi ki...

roma çarpmaz mı hiç adamı?! kıskançlıktan çatır çatır çatlayarak okuyorum şu yazılarını. ilk önce kubbe kuyruğu bi de, unutmamalı bunu falan diyorum kendime. sanki yarın "ulan roma sen mi büyüksün ben mi?!" diye sefere çıkacağım bakar mısın?

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

Mefisto: belli mi olur bazı seferlerin ne zamana denk geleceği, tedarikli olmak lazım:)))) en kısa zamanda umarım en kısa zamanda. Sevgiler...
U(YKSZ)

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

birincisi senin şilili neydi adı fernandez miydi, istanbulu görmüş, ankara nasıl diye sorduğunda benim aklım entrikaya işlemez düz mantık çalışır olduğundan istanbul gibi değil tarihi ve ya doğal bir özelliği yok başkent olduğundan resmi binalarla dolu bi şehir dedim, ingiliz sister ise parise yerleş kendisine trenle 2 saat mesafede hafta sonlarında takılabileceği bi kapı olsun hesabıylan seni coktaaan kafasında fransıza vermişti o yüzden direk olarak şilili adayı ekarte etmeye yönelik söylemlerde bulundu..ne yapsındı.. şili londraya cok ama cok uzaktı.. bu konuda ben tamamen masumum..
ikincisi ise kuyruktaki üç fransızı ayakkabısı için değil daha ulvi amaçlarla gözüme kestirmiştim.. onlar üç biz üç sayılar denk geliyodu.. tiplerde iyiydi..tam hangisi hangimize olsun, siyah tişörtlü benim olsun kırmızılı sana, biraz daha ufak tefek olan ingilize diye hesaplar yaparken yürümeyi seçti akılsızlar.. gay midirler nedirler:)) UYRGZR-.-

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...