Haziran 21, 2011

ARRİVEDERCİ ROMA

Sadece güzel yemeklerin değil, gezilerin de son günlerinin tadı damakta kalıyor.. Bizim Roma macerası da bundan nasibini aldı.. Son gün “en güzel gün” oldu. Son gün yapılanlara, görülenlere, yenilenlere, içilenlere geçmeden önce Floransa için küçücük not yazayım. Roma-Floransa hızlı tren 45 avro idi. Gidiş-dönüş 90 avro bayılmak gerekiyordu. Biz, yolları da görelim, öğle yemeği de düşünmeyelim, iki de rehber hizmeti alalım düşüncesiylen tur almıştık.. Pişman mıyız? Yoo, pişmanlık kelimesini ilk gün lügatımızdan çıkarmıştık biliyorsunuzJ))Ama bir kez daha gidersek eğer tren seçeneğini kullanır-ilk sefer 06.45 ‘teydi yanılmıyorsam, bir buçuk saat kadar sürüyordu-trenden iner inmez çıkışta 1 avroya harita alır, akşama kadar sokak sokak gezer, Vecchio köprüsünden karşıya geçtikten sonra devam eder, yokuşa kendimizi vurur, tepeye çıkar, uçsuz bucaksız manzaranın tadını çıkarırdık. Hatta  araba kiralayıp verona, siena –sonu “na” ile biten her türlü köy-kasaba gezmeli diye bir sonuca da varmış idik, kızkardeşler olaraktan..Neyse.. Gelelim son güne.. Son gün 1 Mayıs’a denk gelmişti, İtalyan işçi kardeşlerimizi yalnız bırakmak olmazdı, gösterilere katılmadan dönemezdik..


Önceki gece “son günü üstü açık otobüse binelim-binmeyelim tartışmaları” ile birbirimizi hırpalamıştık, ikiye bir kaybetmiştim. Ama 1 mayıs’ta belediye çalışanları benden yana olmuş, greve gitmişlerdi. Tek seçeneğimiz vardı: yürümek.. Bacak kaslarımız kasım kasım kasılmaktaydılar.. Sabah dedik ki; sakin sakin yürüyelim, tadını çıkaralım, acele etmeyelim.. Bu rehavetle yola koyulduk.. En yakın ve en çok beğendiğimiz Republika meydanına gidip, sabahın keyfine daldık.. Doya doya seyr ettik meydanı..


Meydanın hemen yanında bulunan- tabi ki Mikelanj’ın tasarladığı- Santa Maria Degli Angeli’nin  heybetiyle bizi beklediğini gördük. Roma imparatorluk hamamlarının parçası olan kilisenin kapısındaki heykellerin, içerdeki Bernini’nin Azize Terasa heykelinden aşağı kalır yanı yok. Galile amcanın fizik deneylerini yaptığı bölümde vakit geçirip, kubbeden süzülen güneş ışınlarının zemindeki güneş saatine yansımasını izlemeye vakit ayıramadığımız için hüzünler içinde yürüyüşümüze devam ettik..

Bernini metro durağı ve şu resimdeki tünel ayaklarımızın en çok uğradığı yerler arasında birinci sırada yer aldı.. Niye bilmiyoruz bizim yolumuz en çok buralar düştü, sanki her yere buralardan gidebiliyorduk, öyle bir hissiyatımız var..
















Capranica meydanı tarafından Roma’nın en eski kubbeli binasına, tüm tanrıların tapınağına, Panteon’a doğru yol alıyoruz.. Günlük hayatın akıp gittiği sokak arasından tarih göz kırpıyor yine..



Panteon’un bulunduğu Rotonda meydanı tıklım tıklım, kalabalık susama ve acıkma etkisi yaratıyor.. Oysa kahvaltıdan kalkalı çok olmamış. Belki de önceki günlerde aç kaldığımızdan her adım başı bir şeyler atıştırarak akıllandığımızı ispatlamaya çalışıyoruz kendimize.. Panteon çıkışında gördüğümüz Di Rienso’ya atıyoruz kendimizi, kahve ve tiramisu arzusu içindeyiz.. Ve Roma’nın en güzel tiramisu’sunun burada olduğunu son günümüzde tecrübe ediyoruz..    Hizmet de mükemmel.. 





Bunda Uzakdoğulu yakışıklı garsonun payı var mı diye sormayınız. Gücümüzü kuvvetimizi toplayıp, 1 mayıs sebebiylen ortalıkta cirit atan Carabinieri’lerden gözlerimizi ayırabildikten sonra genelde Roma’ya ayak basanların ilk gün kendilerini attığı, bizimse ne hikmetse son güne bıraktığımız Navona meydanını hedefliyoruz.. Ve Roma’nın en güzel meydanının bu olduğuna hükmediyoruz. En eski kubbe, En yakışıklı Carabineri, En güzel Uzakdoğulu, en güzel Tiramisu, en güzel meydan.. Son gün için beşte beş.... Ve daha günün bitmesine çok varJ)


Bilmem kaç yüzyıllık binaların çevrelediği meydanda çeşmelerden çeşme, heykellerden heykel, resimlerden resim, ressamlardan ressam, kafelerden kafe, pandomimcilerden pandomimci, dansçılardan dansçı beğen beğen dur.. Kalabalık ama bir o kadar dingin, eğlenceli ama bir o kadar sükûnetli, sade ama bir o kadar gösterişli, sıcak ama bir o kadar serinleten bir meydan burası.. Daha önce gelmediğimize ah vah ediyoruz ama gelseydikte her günümüzü burada geçirir başka yerleri gözümüz görmezdi, görmemişin bir Navona’sı olmuş, başka yere gitmemiş atasözünü dile pelesenk ederdik.. Hakkımızda hayırlı olmuş diye avunduk na’palım… Avuntumuza Nastro Azzuro’da eşlik etti tabi.


Navona’dan Panteleo meydanı tarafından çıkıyoruz, Corso Vittorio Emanuele caddesinden karşıya geçip Campo di Fiori’ye geliyoruz.


Pazar günü buraya gelmek için en uygun zaman.. Roma’nın en ünlü pazarı burası çünkü.. Yiyecek, içecek, giyecek, antikalar…Alışveriş merakımız yok ama nerde hareket orda bereket mantığımız kuvvetli bizim.. 







Pazarı dolap beygiri gibi dolaştıktan sonra İngiliz kardeşin tavsiyesi üzerine Getto’nun yolunu tutuyoruz, dar sokaklar, çiçekli pencereli evler, sarı, bej binaların arasında gölgelenerek.. Karnımızın zilleri kimin için çalıyor nidaları da eksik değil bu arada.. Getto’da yiyecek bi şey buluruz bulmayız diye giriyoruz mahalleye.. Restoranlar algıda seçicilik durumunda gözümüze ilk çarpanlar arasında.. Ama şans! yakamızı bırakacak gibi değil. Saat öğle sonrası üçü geçtiğinden, üçle yedi arası restoranların siesta saati olduğunu unuttuğumuzdan, Yahudi restoranlarının önünde kedi-ciğer ikilisinin üçlü versiyonunu oynuyoruz. 


Durumun tuzu biberi de tuvalet ihtiyacımızın had safhada olması.. Getto sokaklarında deli danalar gibi dolanıyoruz.. Yüzü kızartıp, masalardan örtüleri kaldırmakta olan garsonlardan birine tuvaleti kullanabilir miyiz diye soruyorum. Orta yaşlı çıtı pıtı garson valsler eşliğinde, şarkılar söyleyerek bizi tuvalete götürünce “ulan o sıkışıklıkta evlenme mi teklif ettim ben buna” diye şüphelenmiyor değilim. İşimiz bitince garsona görünmeden restoranın arka kapısından sıvışıyoruz..

Getto macerasını da tamamlıyoruz böylece.. Hala açız.. Tilkinin dönüp dolaştığı yer misali Aşk çeşmesi civarını seçiyoruz aç karnımızı doyurmak için. Yemek yediğimiz yerin karşısında Roma’da her yerde rastlanabilen Blue Ice dondurmacısı var. Pek bi yaygın bunlar..

Yemek rehavet getiriyor üstümüze.. Ama durmamalıyız.. İçki alışverişini son güne bıraktık.. Şarapları Floransa’dan almıştık, seçimimiz Chianti’den yanaydı.. Şimdi de Limoncello likörü almadan ayrılamazdık Roma’dan.. Çeşit çeşit aromalı, tatlı sert bir likör, biz çok sevdik.. Bu tür içkileri en uygun fiyata Termini istasyonunun Marsala caddesi çıkışında tam karşıdaki dükkanda bulduk. 




Bir varmış bir çokmuş.. Üç ayrı kentte yaşayan üç kız kardeşin bambaşka bir kentte buluşma hayali işte böyle gerçek olmuş..Gün akşama kavuşmuş, sayılı gün çabucak geçer olmuş..Venire, Vindere, Vincere’nin altı günde ayaklarına kara sular inmiş ama gönülleri pek şenmiş..

Ayrılmadan önce Roma’dan ve birbirlerinden, suretlerini bir seyyar gözlükçünün aynasına sabitlemişler.. Onlar o aynadan Roma’yı seyreder, bir başka zamanda bir başka yerde buluşmanın hayallerini kurarlarken gökten üç elma düşmüş.. Biri bu geziyi yazanlara, biri okuyanlara, biri de Roma’yı görecek olanların başına”
 U(YKSZ)

2 yorum:

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

şimdi nere gitsekk :)) UYRGZR -.-

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

Dublin, Dubrovnik, Doha, Delhi:..
Seç.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...