Haziran 27, 2013

"gezi"nen bir gölge

"Gezinen bir gölgedir hayat, gariban bir aktör
 sahnede bir ileri bir geri saatini doldurur
 ve sonra duyulmaz olur sesi, bir masaldır
 gürültücü bir salağın anlattığı
 ki yoktur hiç bir anlamı"

Bir yerlerde yarım kalanları derlemek, toparlamak hele hatırlamak zor iş azizim.. Yine de “direngezi” ile ara verdiğimiz gezimizin topu bize atılan kısmına dönmeye niyet eyledim. Görev addedilmiş bi kere.. 
Atsan atılmaz satsan satılmaz, kaderde var ise kaçılmaz, olmuşla ölenin çaresi olmaz, sözün gümüş sükûtun altın olduğu yerde fazla durulmaz, imamın gaz çıkardığı ortamdaki cemaatten ürkülmez diyen bir iki ata olmuş ki çevremizde, sözler kulaklarımızın tozunda kalmış. 

Güneş batmayan imparatorluğun güneş batan kısmının orta yerlerinde, kentsoylu ortamdan uzakta, dağ-bayır gezinmekte idik uyurgezerin bahis açtığı üzere. England'ın kalbinde gemi azıya almış atlar gibi dolanıyoruz bildiğin. Son durağımız Stratford-upon-avon'a intikal ettiğimizde; england ahalisinin yalan beyanlarına inat, güneş terk-i diyar eylemine girişmiş idi. Köy evlerinden bozma otel-motel karışımı konaklama yerimiz bizi fazlasıyla memnun etti. Köy evi dediysek rica ederim tahayyül imkanlarınızı zorlayınız, klasik england zarafetinden bahsetmekteyiz şurada. Fotoğrafını çekmek üç sivri zekanın birinden birinin aklına gelseydi koyacaktık buraya..neyse..Sabahın köründen beri yollarda olmak bir yana araba kaputunda yapılan çakma bir kahvaltı , ardından kaymaklı reçelli beş çayı güzelliği midemizin kazınmasına engel olamamıştı elbet. Tabi senin geziyor olman, milletin de aportta olmasını gerektirmiyor, bu gerçeği hep unutuyor insan. Üstelik soğuk, nemrut iklimlerdesin be gülüm.. Akşam erken iniyor maphushanelere bir de england insanına.. Açık yemek yiyecek yer aranıp durur iken barlardaki sıcak servisleri de kaçırdık mı sana. Açken ben ben değilimdir inanın. İçimde saklanmış yılan, çıyan, volverin üçlüsü voltranı oluşturup çıkar ortaya. Issızlığa, karanlığa bürünmüs kasabanın caddelerinde gördüğüm ilk ışık yanan yere dalıp-şansıma yaşlı bir ingiliz çifti çıkacak muhtemel- yemek gasp edeceğim. Ne varsa İtalyanlarda var mirim, hep söylerim. Ara sokakta görülen pasta yazısı bir insanı kendinden bu kadar geçirebilir. Açık üstelik..eee Akdeniz kanı, buralarda bile sıcak akıyor. Uzatmayalım. Karıntokluğu ile uyumak güzel şey. 
*      *          * 
Şimdi biz niye buralara gelmiştik? Anne Hathaway bizi özlemiş o yüzden. Kendisini çok takdir ederim, sevimli hatta zorlasam seksi bile bulurum ama bu Anne o Anne değil dostlar. Aha bu Anne. 

Şekspir'in biricik zevcesi. Sonelerin üstadı dururken biz niye zevceyi ön plana çıkarıyoruz? Çünkü öyle. Çünkü Şekspir, daha onsekizini doldurmadan Anne'ye aşık olmuş, kendinden büyük bu kadınceğizle evlenmek için ailesinin iznini yazılı olarak kliseye bildirmek zorunda kalmış ve onun ailesiyle beraber yaşamış. Stratford topraklarında uyumaktan sonra ilk yaptığımız şey bu güzellik yüzünden şairin doğduğu evden önce büyük aşkı ile yaşadığı evi görmek oldu. 

evliliğin gerçekleşmesinden altı ay sonra kızları Suzanne'nin doğumu o dönemin kasabalısında hangi sohbetlere yol açtı bilinmez, bildiğimiz evin büyük, bakımlı, çiçeklerle ağaçlarla dolu bahçesinde kendimizden geçtiğimiz. Onların "cottage" dediği bizim "mantar ev" diye masallar diyarından esinlenerek ısrar ettiğimiz ev iki katlı. Alt kat mutfak, banyo, kiler gibi çeşitli hizmetlere açık alanlardan oluşuyor.
Hathawey'in elleri şu ütüye değmiş, şairin kol manşetleri fırfırlı beyaz gömleklerini mi ütülemiş..
anam adam şu banyo teknesine sığacak kadar küçük mü imiş..
Hathawey soldaki basamağa oturup saçlarını tarar iken şairin dilinden neler dinlemiş..
sonu yok..fantezinin bini bin para.. banyo faslından zor kurtulup mutfak bölümüne geçiyoruz. Aslında evin girişinin ilk bölümünde mutfak alanı yer alıyor tabi.. hem kalabalıktan hem de içimizin fesatlığından biz banyo ile başlıyoruz o ayrı. 
(çok uğraştım bu fotoyu saat yönünde sağa döndüremedim ilgilenenler kafalarını sola yatırsınlar) görüldüğü gibi fırın her yerde fırın işte. Ev ahalisinin ekmeği, yemeği burda pişiyor. Rehber o zamanın koşullarını, alışkanlıklarını, adetlerini anlattıkça anlatıyor. Evi yalnız başınıza gezemiyorsunuz zaten. Kapıda sizi rehberler karşılıyor ve eşlik ediyorlar. Kalabalığı fırsat bilip odalara doğru kaçabilirseniz kaçın. Şu üstte görülen kazan tipli yemek kabına  her çeşit sebze et ne bulunursa atılırmış efendim. Çorba cinsinden bu gıda ateşin üstünde hazır tutulurmuş. Gelen geçen, acıkan bu kaynar kazandan nasiplenirmiş. Kazan hep yanan odunların üstünde, bazen ateş geçer tabi.. olur öyle. ılık da olsa misafir umduğunu değil bulduğunu yer elbet.. 
"pease porridge hot, pease porridge cold
 pease porridge in the pot, nine days old
 some like it hot, some like it cold 
 some like it in the pot, nine days old
tekerlemesi de o günlerin alışkanlıklardan tebessümlü cümlecikler işte. Bana göre ise kısaca "bazıları sıcak sever"..
Şekspir'e göre de öyleydi zannımca. Aha şu solda görünen zamanın ahşabından yapılma bank misali oturma yeri fırının yanıbaşında duruyor. Yine rivayet devreye giriyor; Şekspir, burada Hathawey'e evlenme teklif ediyor. Sıcak Şekspir'in de başına vuruyor..Oturmamıza müsaade yok tabi. Bir müsamere havası yaratmayı geçiriyoruz içimizden ama.. Rehber hatun hoşgörüsüz.. Biz yatak odalarının bulunduğu üst kata sinsice giderken, hatun mutfaktaki tabak çanak hikayelerini anlatıyordu; mavi çinili tabaklar bilmem ne tarihliymiş.. fırından çıkan ekmeğin en güzel pişen üst tarafı en kıdemli konuklara verilirmiş, evin çoluk çocuğu ekmeğin dibini -o da kalırsa- yermiş....
şu eski çizimsifoto günümüzdekiyle hemen hemen aynı. Biz böyle bir plandan görüntü aldık ama evi gezen ne kadar insan varsa karedeydi-biz de dahil- neyse gelelim yataklara..  

Tamam. Eskiden insanlar çok uzun boylu olmayabilirler ama yataklara bakınca ergenliğe bile ulaşmadıklarını düşünüyor insan. Rehberimiz yatakların bu kadar küçük oluşunu, o zamanlar boylu boyunca yatmanın pek iyi bi halt olmadığını, ölmeyle eş tutulduğunu, o sebepten yampirik yumpirik yatma modasının olduğunu söyleyerek açıkladı. Artık yalan dolan beyan ise bilemem. Yataklar da evin en kıdemlisinden başlayarak paylaşılıyormuş efendim. Evde hepi topu üç yatak var idi zaten.. Yani bi misafir gelse yandı gülüm keten helva.. Fırının yanındaki sedirde yer buldun buldun.. yoksa taşların üstünde zatürreye yakalanmak işten değil. Ne zor hayatlar kardeşim. Yaşanmışlıklar taşıyan eşyalar da bi yere kadar cezbediyor insanı, dışarda ılık bir hava, çiçekler böcekler, güzel bir esinti, bir su kenarı var iken evde çok kalmıyoruz. Rehber kendi kendine konuşup duruyor, biz kaçıyoruz. Stratford sokaklarında avare avare gezmek var şimdi. 
  





Küçük kasaba turist akını altında tabi.. Şekspir'in doğduğu evin önü iğne atsan bi tek benim başıma saplanır vaziyette. Bana kalsa bir gün yeter, ama sezonda Şekspir Royal'de bir de oyun seyretmek ister, akşamüstünün güzelliğinde su kenarında gezinip, kazlarla ördeklerle haşır neşir olmak isterseniz-ki eymir de alası var!!-bi de şekspir eserleri kaynak isimli barlarda england halkıyla sohbet de tamamlasın gezimizi derseniz sizi kırmayayım bir gece iki gün kalın, napayım yani. 

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...