Kasım 03, 2009

YAVAŞ ZAMAN


Dün sabah saat altıydı. Bilim adamları rüyaların süresi konusunda ne diyorlarsa o kadar süre önce granit küp taşlarla kaplı bir sokakta yürüyordum. Soğuk var gibi giyinmişim. Bulutlar toplaşmış. Nem kokuyorlar. Zaman ya geceden sabaha ya akşamdan geceye dönüyor. İkisinin aynı tonları verdiği an. Anlamakla ilgili değilim. Bir yerlerden keman sesi geliyor. Sesle aramızdaki uzaklık sabit. Yürüdükçe ne uzaklaşıyor ne yakınlaşıyorum. Keman, benimle aynı hızda aynı yönde ilerliyor. Rüzgar, esinti, sürtünme, zerre havaya, dair ne varsa o da sabit olmalı. Keman ağlıyor. Hıçkıra hıçkıra değil, sakin sakin ağlıyor. Adagio. O anda olmuş bir şeye değil; biriktirdiği, topladığı, artısını eksisini ayıkladığı, çerden çöpten temizlediği, saflaştırdığı, sindirdiği, derlediği topladığı, sorgusu suali kalmamış, ağladıkça rahatlanılmayacak olan ama hiç rahatsız etmeyen, temiz bir hüzne ağlıyor. Ağlayan kemanla aramda olabilecek hız, kütle, yoğunluk hesaplarına girişmişken aklımı tiz, sürekli tekrarlayan, melodisiz bir ses çelmeye başladı. An-lamakla ilgileniyorum. Saati susturuyorum, uyumayan beynimi uyuyan göz kapaklarımı açtığım zamana-mekana uyumlaştırma sürecine giriyorum.
Dün sabah saat altıydı. Ankara’nın bulunduğum semtine kar yağıyordu. Sinek kanatları kadar şeffaf, hafif, yere inmeyi beklemeden eriyen, koşuşturan bir kar. Kasım kasım kasılacak bi kar olmamasına rağmen kasım kasım yağan bir kar. Senenin ilki desem ocak-şubatta yağanlara haksızlık etmiş olacağım. Haksızlık etmiyorum. İhtimal yarım saat içinde yağmamış gibi olacak. Gün içinde “bugün kar yağdı” dediğimde şizofren muamelesi göreceğim. Dert değil. Pencereleri açıyorum, hava buzlaşmış halde içeri doluyor. Kış olmuş artık.
Dün sabah saat altıydı. Günlerden Pazar ertesiydi. Güneşi ve sendromuyla ünlenmişti. Dün bende bunlardan ikisi de yoktu. Yataktan kalkmaya hiç üşenmedim. Kahvaltı yapmaya hiç üşenmedim. –evet sabahın altısı da olsa kahvaltı yaparım- sokağa çıkmaya hiç üşenmedim. Evle iş arası yaklaşık kırk dakika süren yol hiç canımı sıkmadı. İş yerinde kalorifer sistemi arıza yapmıştı, oda buz gibiydi, hiç sıkıntı etmedim. İki kahve ( tabi ki türk kahvesi), altı çay içtim. Bilgisayar yavaş çalışıyordu sinirlenmedim. Öğle yemeği biraz yağlıydı güzelce yedim. Üç buçuk sularında işim bitti. Sokakta biraz yürüdüm, otobüse bindim, bir iki öksürüp tıksıran olduysa da gribi mribi umursamadım. Otobüsten indim bir ekmek aldım. Eve geldim. Akşam ne yiyeceğimi hiç düşünmedim. Perdeleri açtım, akşam oluşunu seyre daldım. Koyu renkli bulutlar açık renklilerin üstünü yavaş yavaş kapadı. Evlerin ışıkları tek tek yandı. İki tombul güvercin pencere pervazına konup, oyalandı, terlik atarak korkutmadım. Yemek saati geldi. Evde ne bulduysam sofraya koydum. Sofraya koyduklarımın çoğunu yemeden kaldırdım ama doydum. İki gün önce çanım çekip aldığım, yıkamaya üşendiğim için yiyemediğim üzümleri, elmaları, armutları yıkadım. Biraz üzüm yedim elmayla armuta dokunmadım. Kendimi yarına yıkanmış elma ve armutum var diye sevinirken buldum, ne salağım demedim. Erken yatayım dedim yatamadım. Televizyonda gıcık bi film buldum sonuna kadar seyrettim. Saate baktım geceyarısına iki vardı. Bugün oluyordu. Dün dünde kalıyordu. Bugün yeni şeyler söylemek lazımdı. Söyleyemedim.
U(YKSZ)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...