Ağustos 28, 2011

böyle de olmaz ki..


Şimdi efendim, tatil dokuza çıkmasaydı da, biz allem edip kallem edip; Uyurgezer’le, şehirden kaçış planları yapmıştık zaten. Bundan mütevellit, her bi kimsenin çalıştığı Cuma’yı kendime izin günü yapıp İstanbul yollarına koyulmuştum. Kimileri kulağı tersten tutmak diye nitelendirse de rota; önce İstanbul, Uyurgezer’le orda buluşma, bir gün İstanbul’u soluma, ertesi gün Tekirdağ-Çanakkale istikametinde Allah ne verdiyse, yol nereye götürdüyse gitmek ha gitmekti.. Çok önemli görevimi de aksatmam için Ankara-İstanbul güzergahını tepmem gerekiyordu tabii ki.. Yardımcı pilot olaraktan sağ koltuğa kurulmak birinci ve asli vazifem benim. Sağdan soldan tabakhaneye bilmem ne yetiştirenlerin plakalarını not etmek, duruma uygun usturuplu küfürlerden seçmeler yapmak, karşıdan karşıya geçmeye niyet eden yayaları davranışlarından tespit etmek, kedi-köpek-kaplumbağa-inek vb hayvancıkların yol kenarlarını mesken tutanlarını kış kışlamak, yol polislerine günün anlam ve önemine göre “iyi vazifeler” dilemek, dönüşlerde sağ camdan kafayı uzatıp yol verenlere gülümsemek gibi şimdi burada sayıp döksem sayfalara sığmaz görevlerim mevcut.. Bunların içinde en önemlisi de –özellikle uzuuuun yollarda şoförün dikkatini maksimum düzeyde tutmak, neşesini eksik etmemek.. E, söz konusu Uyurgezer olunca bu tek alternatifli çözüme denk düşüyor: yolda yakışıklı, yalnız seyreden bir araba bulmakJ Napıcaz…çok bişi değil, bi biz hızlancaz öne geçcez, bi o bizi geççek, geçerkene gülüşcez, arabalar fingirdeşçek, sapaklardan birinde terk eyleyene kadar birbirimizi oyalancaz , olay da bu..
Sabahın bize uygun bi zamanında, kocaman şantiyeye dönmüş ve ihtimal bundan gayri kocaman bi şantiye olarak ilelebet kalacak İstanbul’u ardımızda bıraktık.. Yol, bir bayram birinci gününe yakışmayacak denli sakin.. Hava hem bulutlu, hem rüzgarlı, hem güneşli, hem sıcak. Absürt bi hava işte. Görevimin bilincinde sağ koltuğa kurulmuşum.. Yol sakin.. yakışıklı-yalnız araba yönünden ISSIZ.. öyle bi durumda gidiyoruz.. Olan araba ise aile çay bahçesi gibi.. gözlerim fel fecir okuyo ama na mümkün.. Böyle bukalemun gibi olmuşum, artık gidiş yönünü değil ters istikameti bile kaçırmıyorum amma velakin havadan belli zaten, ters gün.. Millet bayrama gidiyo, boru değil..Ya el öpmeye büyükleri ziyarete yola koyulmuşlar ailecek ya da manitayı alan denize koşuyo.. Yine de moral bozmamak için “merak etme Uyurgezerim, bi pazarlama işi çıkan, bi ilaç mümessilliği peşinde koşan insan evladı bu yola da denk düşmüştür” diyecek oldum, “onların bugün işi olmaz” dedi Uyurgezer; mutsuz..
Ay canım ya, hiç içim kaldırmaz işte bu hallerini ama yapacak bi şey yok.. Tam o esnada bi yerleşim yerinin yakınları sayılacak mevkide, kırmızı ışıklar yandı, beş-on araba sıralandık bekliyoruz. Ben böyle bukalemun tavrımdan dolayı yorulmuşum-sırada bekleyen arabalarda kim var kim yok yol boyu artıkın şecerelerini çıkardığımdan-şöyle bi kafamı sağa sola kütürdeteyim, gözlerimi gökyüzüne dikip dinlendireyim derkene kırmızı ışık direklerinin dikilip durduğu yerdeki üst geçit benzeri köprüye takıldı gözlerimiz. Anam, metal köprünün korkuluklarında sırım gibin iki adem oğlu,uzun saçlar arkada at kuyruk yapılmış, dar gömleklerin üstüne  iş tulumları geçirilmiş, esmer, bıyıkları çeneye doğru gayet güzel kesimle uzatılmış olanın kafada yarım şekilde takılmış kaynak maskesi, sağ elinde kaynak makinesi, sarışın olan öbürünün elinde yarım metre ebatında diye tahmin edebileceğimiz demirler,  gözünde afili siyah gözlük, birer herkül misali durmamaktalar mı.. Bir Mad Max film karesinde yaşamaktaydık sankim. “vay anasını, vay anasını” deyu arabanın ön camından kafaları uzatmış bakarkene, çalan kornaların bize olduğunu anlayıp kendimizi toparlayana kadar ne kadar zaman geçti bilmiyoruz elbet, yalnız sunturlu bazı kelimelerin söylendiğini tahmin etmek zor değil.. Bu yol böyle geçecek, bari radyoyu açıp şarkılardan fal tutmaca oynayalım diye masum faaliyetler içine girmeye karar vermiştik ki, arkasında sürat botu üstüne yerleştirilmiş römork olan bi araba önümüze düştü.. Arabanın arka koltuğu ile bagaj arasındaki telli bölüm bir de köpeğin varlığını fısıldıyordu adeta.. Önde iki kişi seçilmekteydi, arkada ise kıvırcık bir gölge.. İlk uygun durumda araba sollandı, hemen sağlandı. Sollanırken önde oturanların adem oğlu olduğu tespitini yaptım ama arka koltuk konusunda kararsız kaldım. Telli bölüm yüzünden köpeğe takmışız ya, “ya köpek ya da kadın “ deyiverdim..Anam ben bunu deyince Uyurgezer, bi yol vampirine dönüşüvermez mi, yavaşlayıp bizi geçmelerini sağlamasıyla “ bak bakim köpek mi kadın mı” diye höykürmesi bir oldu.. Bütün dikkati gözlere verdim artık çaresiz, bu arada Uyurgezerin yolu molu boşverip arka koltuğu kolaçan ettiğini de fark ettim,  biraz erken davranıp ikimiz birden “köpek” diye bağırırken-aslında arka koltukları eşya ile dolu olduğundan göremiyorduk  da- bir çocuk ve bir kadınla göz göze geldik.. Artık güneş ve rüzgar bize ne haller ettiyse.. Halüsinasyonlara gark olmuştuk zahir..
“boşver Uyurgezerim “ dedim, “tabiat ana güzellikleri sınırlı değil ki bak leylekler, tarlalar, ay çiçekleri, deve dikenleri aha seyreyle güzel güzel” diye kandırmaya çalıştım.. Pek sesini çıkarmadı. Bi iki kötü fıkra bile anlattım, gülmedi. Denizi görene kadar konuşmadı pislik. Deniz, dalgalar, hava hafif serinleyince kendine geldi Allahtan, yarın serin serin bi yüzeriz gali, unutur..
U(YKSZ)

Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...