Akşamüstü’den kurulmuş, gece yatana kadar akla geldikçe
kontrol edilmiş saat çalmadan uyanmak hayra alamet değildi zaten. Başı tekrar
yastığa koyacak, fütursuz bir uykuya doyacak zaman yoktu..kalkmak içinse çoktu.
Uyuyup kalma korkusu baskın çıkınca öfüldeye pöfüldeye alacalanmaya başlamış
karanlığın içine dalındı.. Ha böyle oldu da bi işe yaradı mı? Servis kaçırıldı,
minibüs gelmedi ya da çoktan geçmişti. Dolmaya yüz tutmuş bir otobüsün kapıları
açıldı. Uyku gözden akmıyor, aksine gözkapaklarına yerleştikçe yerleşiyordu.
Şoför koltuğunda Mr.Smith oturuyordu. Aldırmadım. İnsan
insana benzeyebiliyorsa, insan androide de benzerdi.. O başını sola eğip
-geçmemi onaylaması gerekiyormuşçasına-selam verdi, ben aldım. Arka kapının üç
önünde, pencere taraftaki boş koltuğa yayıldım. Dikiz aynasında Mr. Smith'in
gözlükleriyle karşılaştım yine aldırmadım. Oturduğuma emin olunca büyük bir
tıslamayla kalktık duraktan..Tam önümde tepesi biraz açılmış, büküp katladığı
gazeteyi yakın gözlükleriyle okumaya çalışan bir adam(orta kapıyı oturma yerlerinden
ayıran camlı bölmeye yansıyor yüzü) yanında epey genç bir adam,
kulaklıklarından çıstak çıstak müzik sızıyor..İlerde trafik sıkışık. Durağın
birine daha geldik. Yol kenarındaki ağaçlara takılıyor uykulu gözüm. Kimi yerde
kimi dallarda yapraklar.. Bu mevsimi seviyorum. Tıslamayla hareket ediyoruz
yine.. Mr. Smith'in gözlükleriyle dikiz aynasında buluşuyoruz. Bana bakmıyor,
yeni binenlerin ne halt ettiğini kontrol ediyor diye düşünecekken yolcuların
arasında Neo’yu fark ediyorum. Yüzümdeki alık ifade ilgisini çekmiş olmalı ki
hızlı hızlı gelip yanımda dikiliyor.
-on dakikanın üç dakikası gitti, geç kaldı, diyor.
Hiç üstüme alınmıyorum. Bi keresinde yanımda oturan biri
“ee, ne var ne yok” demişti, ben de “ işten eve evden işe işte, iyiyiz,
n’olsun” demiştim de meğer telefondakine soruyormuş. Yol boyu kendi kendime
gülüp durmuştum, iyice deli damgası yemiştim. Neo, kolumu dürtüyor.
-beni görüyormusun?
Hee, bu benle konuşuyor..
-görüyorum.
-fazla vaktimiz yok diyorum, aldırmıyorsun. Bak, kılık
değiştirmeye ihtiyaç bile duymuyorlar artık, deyip direksiyon başındakini
gösteriyor.
-Hee.. Hıı..Hoo.. sesleri çıkarabiliyorum sadece..
-Aynılaştırma operasyon verileri iyi çıkıyor, niye
telaşlandılar anlamıyorum, diyor sıkıntıyla..
İlk durakta insem mi, n’apsam, kafayı yemiş bu, diye
düşünürken yolculardan biri kalkıp Neo’nun içinden geçip arka kapıya yürüyor,
Neo bozulmuş televizyon görüntüsü gibi biraz dağılıyor, tekrar bir araya
geliyor..
H’s..tir..problem
benim lan..
yine kolumu dürtüyor..
-görüntü ileticiyi uzun süre çalıştıramıyoruz birazdan
iletişimimiz kopacak diyorum, kafan nerelerde senin?
(E, artık salla gitsin..olmuşum ben)
-konu ne birader
-çipleri nasıl aktardıklarını bulduk, telefonlardan ..şu
akıllı olanlardan..manyetik dalgalarla orta kulağa yerleştiriyorlar diye
düşünüyoruz. Sağlamasını da sosyal zımbırtı denilen şu mecradan yapıyorlar..
-Nasıl?
-çoğu zaman haber paylaşımı istiyorlar, geçen gün de telif
hakları içerikli bi mesaj yayınladılar..fazlasıyla paylaşıldı.
-ee..
-ama telaşlandılar işte, onu anlamaya çalışıyoruz.
-daha fazlasını umuyorlardı belki? Çiplerin bi kısmı işe
yaramıyor herhal..( ohoo, kaptırdık gidiyoruz işte)
-aynen öyle düşünüyoruz.. çipleri neyin bozduğunu ya da
nasıl bozulduğunu bulmamız lazım.. hepsini işe yaramaz hale getirebiliriz
böylece..görev bu.
( anam görev de ilan edildi..aşama aşama belirtiler
tamamlanıyor ve batan balık yan gidiyor)
-dertleri ne bunların kuzum?
Şaşkınlaşıyor, bilmeyişimin olanaksızlığını
düşündüğünden şaka yaptığıma karar veriyor vermesine de tedirgin de oluyor.
-aynılaştırma operasyonu dedim ya..Bi şey için bi şey
düşündüğünü, onu savunduğunu, başarılı olduğunu sandırıyorlar.. Oturduğun yerde
dünyaya kafa tutma tantanası işte.. Olmayan olaylar, olmayan haberler.. olmayan
tepkiler..
-Sonra?
-Sonrası yok.. aynı evin içinde herkes ayrı odada, bi köşede
ama sanki çok kalabalık mışız gibi..tuşlarla hallettiğimizi düşündüğümüz işler..zamanı
iyi kullanıyormuşuz, çok insanla hemhal olmuşuz, dopdoluyuz, harikayız ve saire..kes
yapıştır, tıkla dünyası.. n’olsun..
-çipler ne iş?
-algıları bozan bi madde salgıladıklarını düşünüyoruz..
(o madde neyse ona bulandım zahir.. algım bozulmanın
ötesinde.. içinden insanlar geçebilen Neo görüyorum)
Devam ediyor..
-embesil halleri fark etmemeye yarayan bi şey. Ancak yaşlılarla
delilere erişim sağlayamıyorlar.. vazgeçtiler o gruptan..
( bu durumda yırttık yani)
Bu arada Neo’nun elleri flulaşmaya başlıyor..
-Görüntü gidiyo Hacı.
-Aha işte bitti süre..
Dört saate anca şarj ederiz yansıtıcıyı.Neyse.bulurum ben seni yine.. Mr. Smith
de seninle inerse anla ki fark edildin.
-Otobüsü nasıl bırakıp
inecek?
-Bölünüyo onlar, unuttun
mu? Hem otobüs çok da umurundaydı. ( bu sözleri sarf ederken sadece kafası
kalmıştı Neo’nun, cümle bitti Neo gitti)
İlk durakta atıyorum
kendimi dışarı. Mr. Smith’e Mimith’e de bakmıyorum. Ayazlı hava kendime
döndürse bari.. Çiçekçilerin önündeyim.. Tamam ya.. bi anlık halisülasyon, uzatma,
herkese olur..farklı bi şeyle ilgilen.. çiçek al..
-çuha çiçeği yok mu?
-Bu sene çuha çıkmayacak.
(aha bi deli daha)
-Niye, küstü mü?
-Doha’da öyle karar
verdiler.
(deli değil, ön ekinde “zır”da
var, kızıyorum artık ama)
-kararla mı çıkıyo bu be..
-Dua et sadece bu senelik
olsun, radikaller toptan yasaklayalım diyo.
( sanırım ölüyüm ya..niye
böyle konuşmalar yapayım)
-niyeymiş..
-hem dirençli hem alıngan tür
istemiyorlarmış.
( yürü kızım yürü
memleketin çiçekçisine de bi haller olmuş) kafamı “iyi günler” manasında sallayıp
tüyerken bi hamlede yetişti, eğildi, adeta tısladı:
-Cide’deki orman içlerinde
tek tük yabani türün kaldığını duydum.. haberin olsun, deyip aynı hızla
tezgahın başına döndüğü anda önce sirenler sonra başucumdaki saat çalmaya başladı.
U(YKSZ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder