“
evlenip çocuk yapmak istiyorum.
dünyayı dolaşmak, bir
ev almak..
romantik tatillere
gitmek, gün boyu
sadece dondurma yemek
istiyorum
başka ülkelerde
yaşamak
ideal kiloma inip
orada kalmak
harika bir roman
yazmak
eski arkadaşlarla
haberleşmek
bir ağaç dikmek
istiyorum
nefis bir akşam yemeği
hazırlamak,
kendimi başarılı
hissetmek
buz banyosu yapmak,
yunuslarla yüzmek
gerçek bir doğum günü
partisi vermek
yüz yaşına kadar
yaşamak,
ölene dek evli kalmak.
Bir şişede coşkulu bir
mesaj yollayıp
Aynı derecede ilginç
bir cevap almak
Tüm korkularımın
üstesinden gelmek
Bütün gün bulutları
izleyip yatmak
Antikalarla dolu eski
bir ev almak
Bir maratonu sonuna
dek koşmak
Harika bir kitap
okuyup, güzel
cümlelerini hayatım
boyunca hatırlamak
hislerimi yansıtan resimler
yapmak
bir duvarı sevdiğim
resimlerle
ve sözcüklerle
kaplamak
sevdiğim dizilerin
tüm sezonlarına sahip
olmak
önemli bir konuya
dikkat çekip,
insanların beni
dinlemesini sağlamak.
Paraşütle atlayıp,
helikopter kullanmak,
Çırılçıplak yüzmek.
iyi bir iş bulmak,
romantik ve eşiz bir
evlenme teklifi almak
gece açık havada
uyumak
besseggen dağına
tırmanmak,
bir filmde ya da
tiyatroda rol almak
piyangoda milyon
kazanmak
faydalı işler yapmak..
ve sevilmek istiyorum”
kelimelerin dizilişinden anlamışsınızdır hem
kötü çeviri hem de başka bi toplumun cümleleri.. alıntı, bir filmden.. bir
filmin kafe sahnesinden. orda söylenen şu şeylere de kafayı takmayın..dert başka. “Herry Selly ile Tanışınca” nın, “Ucuz Roman”ın
restoran sahnelerini geçin bi kalem. Okumanız seyretmenize mani değil inanın. O
sahnedeki genç adamın hissettiklerini dibine kadar hissetmezseniz…(ay..ne
diyeyim kestiremedim)gelin size çay demliim.
Bu
mecrada ne kitap ne de film üstüne ahkâmlarımız yer almıyordu aslında ama dedim
bayram geliyor, ülkenin altı üstüne- üstü altına yer değiştiriyor. Bütün bu
seyr-ü sefere karışmayıp “evim evim canım evim” düsturuna sarılacaklara,
sarılıp da bayram gezmelerine çıkanlardan sıyrılacaklara, şöööyle çay-çorba eşliğinde koltuğa
gömüleceklere biraz kuzey ışıklarını hatırlatayım. Bilenler biliyordur,
sevenler seviyordur kuzey Avrupa filmlerini.. “Sevemedim karagözlüm” diyenler
de bi şans daha verirler belki. Filmin adı “Oslo, 31 Ağustos”. Bi tutunamamak
filmi. Sade, serin, içacıtıcı. Bayram bayram önerdiklerine bak demeyin. Siz
evinizde yan gelip yatmışken sosyal devleti dibine kadar yaşayan insancıklar
bile neler çekiyo görün ahan da!
siz, biz, ben, o..olmadan da dönüyo bu sersem
dünya.
Aramaya üşenenler için bağlantı burada :
Oslo,
31 Ağustos’un senaristi Eskil Vogt’un
ilk filmi Körlük ise geçen hafta sessiz sedasız sinemalara geldi sanırım aynı
sessizlikle de gitti- mi bilmiyorum, belki bir iki salonda tek seans oynamaya
devam ediyordur-
Filmin
fragmanına bi göz değdirin..
azıcık daha
bakayım diyenler için
Bu arada ilk filmin yönetmeni joachim trier amcanın Reprise(tekrar) filmini bulan olursa bi zahmet iletsin. çok bi mütehassis olurum
Hadi öptüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder