Nisan 29, 2016
:)
Şu pembeye bak hele!
eğilmiş kulağa iyi bir şey diyecek.
Sonra..
utanmadan
sokak ortası
sarılıp öpüverecek
Şubat 23, 2016
Girona, Figueres ve Barcelona'ya devam ..
Üçüncü bölümü yazmam için
yaklaşık üç ay geçmiş.. bu arada bu üç ay içinde ev taşıma, hastalık, ölüm, sağlık
gibi bir sürü işle uğraştığımdan adaptasyonum kaçmıştı… hala çok fazla yazma
isteği ile dolu olduğum söylenemez ama sanırım yazmazsam yeni bir seyahat olmayacak .. bir an önce Barselona’yı
bitirmeliyim ki yeni yerler görelim yeni yerler yazalım ..
Barcelona’daki üçüncü günümüzde
Girona ve Figueres turuna gittik. Saat sabah 8.30 da Julia Tour’un
kapısındaydık. Tur ofisi, otelimizden 50 adım yürüyüp sağa doğru da 20 adım
attığınızda hah işte tam da oradaydı. O nedenle rahatça gidelim diye otel
çıkışından 30 adım sonrasında varabildiğimiz kafede sandviç ve çaydan oluşan
kahvaltımızı ettik. Barcelona çıkışına kadar
geçtiğimiz yerleri tanıtan, tatlı ve yapışkan birşey yermiş gibi şapırtıyla
konuşan tur rehberimiz Françeska şehir çıkışında nihayet sustu. Barcelona’nın
dış kısımlarında bize yabancı gelmeyecek türden çatısız ve boyasız kırmızı
tuğla duvarlı bizim gecekondu semtlerinde bulunan türden binalar bulunmaktaydı.
Şehir içi ile tamamen tezat oluşturan bu binalarda bizim varoş dediğimiz
semtlerdeki hayata benzer bir manzara vardı. Yaklaşık bir buçuk saatlik bir
otobüs yolculuğunun ardından Girona’ya vardık. Burada Françeska bizi başka bir
rehbere emanet etti ve 2 saat kadar bir süre verdi. Girona bir nehir kenarında
kurulmuş küçük ve eski bir İspanyol kasabası. Tur rehberinin peşine takılarak
tarihi meydanlarını, sokaklarını, pencerelerinde Katalan bayrağı asılı
binalarını, heykellerini gördük. Tur rehberinin bizi ilk götürdüğü meydanda
maymunla aslan arası tuhaf bir yaratığın heykeli vardı. Bu heykelin kıçını
öpmek şans getiriyormuş ve tekrar o şehre geri dönülüyormuş. Eskiden ise şehrin
girişinde bulunan bu heykelin kıçını öpenin o şehirden biri olduğu anlaşılıyor,
öpmeyenin ise şehrin yabancısı olduğu ortaya çıkıyormuş. Valla ben ne o kıçı
öperim ne de o şehre geri dönerim. Şans filan da istemem bir kere o kıçı herkes
öpüyo her önüne gelenin ağzını değdiği yere .. bööğğğ.. J Neyse efendim rehberin gezisi bittikten sonra gruptan
ayrılıp kıvrım kıvrım dolanan dar taş yolları, binaları, köprüleri bir kez de
kendimiz keşfettik. Floransa ile benzeştirilen _nehir+köprü+renkli evler ve
yansımaları_ üçlemesinden oluşan manzarasını izledik. Bu arada gözümüze
kestirdiğimiz kafelerden birinde kahvemizi içtik ve yanında Katalan tatlımızı yedik.
Buluşma saati geldiğinde otobüsün bizi bıraktığı noktaya geri döndük. Buradan yaklaşık 40-45 dakikalık bir otobüs
yolculuğunun ardından Salvador Dali’nin doğduğu ve müzesini de tasarlamış
olduğu Figueres’e vardık. Şehre aslında Dali ismini verseler daha iyiymiş çünkü
tek varlığı Salvador Dali ve tek ziyaret edilen yeri Dali’nin müzesi. Müze
binasının kendisi de bir Dali eseri. İçindeki her bir figürü, heykeli resmi tek
tek ziyaret ederek görmediğimiz tek bir noktası bile kalmasın diye çalışarak
bütün müzeyi tavaf ettikten sonra bir hayli acıkmış olmanın da verdiği
tezcanlılıkla en yakın kafelerden birinde bize en lezzetli görünen mantarlı
kaşarlı pide ve portakal suyu ile öğlen yemeğimizi de halletmiştik. Dali’nin
müzesinden ve eserlerinden uzun uzun bahsetmeyeceğim ama en sevdiğim
eserlerinden biri olan eriyen saatlerini görmüş olmaktan büyük bir mutluluk
duyduğumu belirtmek isterim tabii ki..
Bir şehir ve bir müze gezdikten
sonra neredeyse bütün gün ayakta geçirdiğimiz için yorulmuş olmalıyız ki Julia
tur bizi Catalonya meydanına bıraktığında akşam yemeğine kadar otele gidip
dinlenmekten başka birşey görmedi gözümüz.
Biraz dinlenip enerji topladıktan sonra daha önce “şuraya geliriz” diye
mimlemiş olduğumuz bir İtalyan restoranda napoliten soslu makarna ile Cava yı
mutlaka deneyin diyen bir arkadaşımızı da hatırlayarak Cava sipariş ettik...
sipariş ettik ama içebildiğimiz söylenemez.. daha doğrusu ben içemedim 2 yudum aldım
bıraktım.. tadı ucuz şampanyayı andırıyordu.. ve ben şampanyanın pahalı olanını
da sevmem zaten .. neyse denemeden bilemezdik .. her deneyim güzel olacak diye
de bir kaide yok .. ama makarna süperdi İtalyan
olmasındandır herhalde... yorgunluk
kahvemizin de ardından günü erken tamamladık..
geri kalan 2 günümüzde ise keşfetmedik sokak bırakmamacasına bol
yürüyüş, bol sangrias, bol kahve, bir
gece Flamenko gösterisi, Museu Nacional D’art De Catalunya, Miro sanat galerisi,
St. Josep La Bouqueria da lezzetler
keşfetmece, Desigual’de alışveriş _kimse anneme bir kot pantolona 100€
verdiğimi söylemesin lütfen_ Park guel ve bir kez daha Gaudi delilikleri, kenti
kuşbakışı gören noktalara çıkıp inmeler, güzel kahve ve muffin molaları, paella
deneyip beğenmeme bizim bulgur pilavı daha güzel deme _üstelik bi paellaya
yaklaşık 20€ ödedikten sonra :D_
Ve böylece 5 günlük Barcelona
gezimizin sonunda dönüş zamanı geldiğinde uykusuz ve ben elimizden geldiğince
zamanı dolu dolu kullanıp bulunduğumuz süre içerisine olabilecek maksimum
faaliyet sığdırdığımız ve bu arada keyfini de çıkardığımız fikrindeydik..
Alışveriş yapmadık ama nedense!! daha dolu bavullarla dönüş yollarına düştük.. (Hmm
şimdi hatırladım tabii ki bavullarda 2 şer kutu sangria ve 2 şer şişe Katalan
şarabı sotelenmişti)
Barcelona’ya gidecekler için öğütler
kısmı :
***St. Josep La Bouqueria denilen kapalı pazar yerini ilk günden
keşfedip öğle yemeklerinizi ve ara öğün atıştırmalarınızı buradaki çeşitli
büfelerde çeşitli lezzetler ve meyve kokteylleri deneyerek geçiştirin .. akşam yemeği için
başka restoranları zaten deneyeceksiniz çünkü akşam altıda kapanıyor pazar yeri..
***İlle de Türk usulü kahvaltı
isterim diyorsanız bunu geçiceksiniz.. siz en iyisi gelin bizim gibi bazen
omlet dedikleri ıspanaklı patatesli
çeşitlerden bazen tost vb. seçeneklerden arada english breakfast
karıştırarak farklı lezzetlere adapte olmaya çalışın .. biz bu şekilde idare
edebildiğimize göre herkes eder….
***Bizim gibi Balık dışındaki deniz mahsullerinden
hoşlanmayanlar paellayı denemese de olur. Sevenler için güzel olabilir birşey demiyorum.
Ama biz paellayı sevmedik. Ayrıca Risottoyu da İtalya'da yiyin.
***Flamenko gösterisi için biraz
paraya kıyıp iyi bir gösteriyi tercih edin. Rotanızda Madrid varsa eğer
flamenkoyu orada izleyin bence. Çünkü Barcelona’dakiler turistik olduğundan
işin ticari yanı ön planda, sanatsal yönünü biraz es geçmişler gibi hissettim.
***Ulaşım olarak eğer bir sağlık
sorununuz yoksa hemen hemen her yer yürüme mesafesinde .. “taksiler çok ucuz
her yere taksiyle gittim” diyeni de duydum ama her yere taksiyle giderseniz bir
çok şeyi kaçırmış olursunuz .. Biz sadece Park Guel’e giderken metro kullandık,
bunun haricinde her yeri adımladık desek yeridir. Bir nevi spor da yapmış
oluyorsunuz. 10 geçiş sağlayan bilet 10€
ve biz dönerken 4 biniş hakkımız kalmıştı kullanmadığımız. İsteyen olursa
söylesin gönderelim =)
UYRGZR _._
Kasım 20, 2015
Barcelona, Gaudi, La Sagrada Famila, Tapas, Sangria, ayak ağrıları eşliğinde..
Evet aht etmiştik kendimize, ilk günümüz
olan pazartesi günü deli gibi yürüyecek ve yürüme mesafesinde (bizim yürüme
mesafesi epey bi uzundur yalnız) olan yerleri gezip bitirecektik… tabii ki
böyle bir programa başlamak ancak sıkı bir kahvaltı ile olacaktı. Otelden çıkıp
kahvaltı edecek yer arayışı sonucu (ki bu arayış her sabah yapacağımız bir
rutine dönüştü) yolumuz plaça del
bonsucces ‘in köşesinde çok şirin bir restoran olan Bar Castells’e düştü. Ispanaklı
ve patatesli omlet ile çaydan oluşan kahvaltımızı yaparak yollara düştük..
Katalonya meydanından Diagonal caddesine doğru çıkan Passeig De Gracia caddesi
üzerinde 3 adet Gaudi evi var..
bir yandan evleri keşfederken diğer bir yandan
da kahvaltı ve yemek için mekanlar keşfetmeye çalışıyorduk.. bu arada
bahsetmeden geçemeyeceğim Barselona’nın sokak ve caddelerinin genişliğine,
işlevselliğine, yaşamla iç içe olmalarına hayran kalmamak elde değil, bizde
caddede yürürken bir an önce yürüyüp, trafikten kurtulmak, gideceğiniz yere bir
an önce varmak istersiniz. Yürürken de kaldırıma parketmiş arabalardan, çöp
konteynırı, vb engellerden insan kalabalığından dolayı slalom yaparak yılan
gibi kıvrıla kıvrıla şekilden şekle girersiniz. Orada ise cadde üzerinde yürüme
olayını zevk haline getirmek için her şeyi yapmışlar. Hayat sokakta yaşanıyor
adeta.. her cadde aynı zamanda bir park, oyun alanı, bisiklet yolu, dinlenme
alanı.. bisiklete binenler, müzik dinleyerek yürüyüş yapanlar koşu yapanlar,
köpeğini gezdirenler, kitabını okuyanlar.. çay kahve içip sohbet edenler.. caddenin
ortasında pinpon masaları bile var ve sapasağlam duruyorlar.. sokaklar,
caddeler yaşıyor ve insan o sokaklardan evine, işine (bizim gibiler oteline)
kapalı mekana girmek istemiyor doğal olarak..
Gaudi’nin “casa batllo, casa calvet ve casa mila” adlarıyla bilinen evlerini
görüp oradan diagonal caddesine geçerek La Sagrada Familia Kilisesine doğru
devam ettik. Önce vinçleri göründü bitmemesiyle ünlü kilisenin. Ardından tabii
ki tam bir karmaşa olan mimarisi ile kuleleri belirdi.. hangi kuleye baksam
hangi detayı incelesem diyerek saatler geçirebilirsiniz karşısında farkında
olmadan.. tam deli işi böyle bişey tasarlamak ve tasarlamakla kalmayıp birde
inşa etmek .. e tabi böyle bir kilise inşaatı yarım kalmayacakta ne olacak ?
ömür mü yeter yapmaya.. açıkçası her bir detayını incelemeye kalksanız ömür
yetmez .. Daha bi yedi kuşak gömer bu bina bitene kadar ..
Çilek, yabanmersini,
kuşkonmaz, enginar, üzüm salkımları, kızılcık, böğürtlen, dondurma, külah,
heykelcikler, sanctus, gloria, saviesa, mısır, patlamış mısır, kremalı pasta,
kolonlar, kirişler, kemerler, köprüler, İsa, Meryem, haç, ters dönmüş
kertenkeleler, şemsiye, güneş, yıldızlar, ağaç, orman, baykuş, papatya, arp,
lir … Bütün bu saydıklarım bir çırpıda aklıma gelen La Sagrada Familia’dan
detaylar .. Düzen ve simetri hastaları için biraz sıkıntılı olabilir bu binayı
görmek .. orda bu kertenkelenin ne işi
var, bu kulenin tepesinde bir kase dolusu meyvenin işi ne demiyeceksin.. Adam
deli mantık aramayacaksın .. Bu kadar delilik hayranlık uyandırır ancak deyip
seyre dal gitsin .. Kafamız yukarılarda binayı incelemekten yorulup, 365 kafe’de
kahve ve muffin molası verdik.. Kahvenin yanında muffin yemeyi sevenler için
tüyo: Barcelona’da yediğim en güzel muffinler 365 kafedeydi.
La Sagrada Familia’da epey bi vakit
geçirip enerjimizi de aldıktan sonra yürüşümüze devam ederek Diagonal caddesine
indik ve Agbar Tower binasına doğru gittik.
Birçok eski ve antika eşyanın satılmakta olduğu pazara denk geldik, pazar yerini şöyle bir dolaşıp bir şeyler satın almamak için kendimizi zor tutarak, buradan sahil tarafına doğru yönelip Meridiana caddesinden Ciutadella parkına girtik ve yağmur başladı.. önce yavaş yavaş ahmak ıslatan cinsinden yağarken birden hızlanan yağmur yüzünden uykusuzun fil ile fotoğraf çekme isteği kursağında kaldı ve biz parkta olanların bir çoğunun yaptığı gibi bir ağacın altına sığındık.. doğal olarak yağmur bardaktan boşanırcasına (İngilizlerin deyimiyle de it is raining cats and dogs) yağmaya başlayınca bizimde wc bulma telaşımız tuttu.. bir süre sonra ıslanmaya aldırmayıp wc aramaya çıktık .. epey bi dolaştıktan sonra parkta arama çalışmalarımız sonuçsuz kalınca caddeye çıkıp bi kafe yada benzeri bir yere girelim diye düşünürken öğrencilerin girip çıktığı bir enstitü gözüme çarptı. Mutlaka bi wc vardır diyerek attık kendimizi içeri ve birkaç kapalı kapıyı yoklayıp sonunda bulduk. Enstitünün içi korku filmlerini aratmayacak bir atmosfere sahipti fakat bizde korkacak hal kalmamıştı.. J işimiz bitince koşarak uzaklaştık. Bu telaşla yolumuzu şaşırıp gideceğimiz yönün tersi istikamette yürüdüğümüzü (el borne bölgesine gitmek istiyorduk) geri dönüp el borne civarına geldiğimizde ayaklarımız ve midelerimiz alarm veriyordu. Bir süre dolaşıp yemek için yer aradıktan sonra çok fazla arayacak derman kalmadığından gözümüze en şirin görünen yerde Tapas* ve pembe şarap içerek kendimizi ödüllendirdik.. (iyi yürümüştük). Tapas dedikleri şey restoran türü yerlerde bizim bildiğimiz meze tabakları .. bazı barlarda ise kanepe şeklinde hazırlanmış dilimlerin üzerinde sunulan atıştırmalıklar.. Tabi bu kadarla kalmadı, ödüllerin arkası kesilmedi. Çünkü yemekten çıkıp Çarşamba akşamı için flemenko şov biletlerimizi (50Euro), Salı günü için Girona ve Salvador Dali’nin yaşadığı ve müzesinin bulunduğu yer olan Figueres turu biletimizi (152Euro) aldık.. Arkasından akşamları takılmak için seçtiğimiz yer olan Plaça Reial’de en sonunda sangrialarımızı içtik, en sonunda diyorum çünkü geldiğimizden beri aklımızda sangria içmek var ve nerdeyse 48 saattir Barselona’da fink atıyoruz nihayetinde fırsat bulup içtik.. kafam bununla meşgulken nasıl o kadar gezdiğimizi ben de bilmiyorum.. şarapla yakın akrabalığı bulunan alkollü meyve suyu olarak tarif edilebilir bence.. Sangria ile günün yorgunluğunu iyice çıkardıktan sonra gece yarısını geçmeden ve sinderella gibi papucumuzun bi tanesini düşürüp onu bulacak kişiye bırakmadan otelimizin yolunu tutuyoruz, giderken de 24 saat açık marketimizden su vs. gibi ihtiyaçları stokluyoruz.. çünkü ertesi gün çok erken kalkıp, kahvaltımızı yapıp, saat 8.15 te bizi Girona ve Figueres’e götürecek olan Julia Tour’un kapısında olacağız.. buluşma yeri olan tur acentesinin yeri ise otelimize yaklaşık 50 metre.. J
Birçok eski ve antika eşyanın satılmakta olduğu pazara denk geldik, pazar yerini şöyle bir dolaşıp bir şeyler satın almamak için kendimizi zor tutarak, buradan sahil tarafına doğru yönelip Meridiana caddesinden Ciutadella parkına girtik ve yağmur başladı.. önce yavaş yavaş ahmak ıslatan cinsinden yağarken birden hızlanan yağmur yüzünden uykusuzun fil ile fotoğraf çekme isteği kursağında kaldı ve biz parkta olanların bir çoğunun yaptığı gibi bir ağacın altına sığındık.. doğal olarak yağmur bardaktan boşanırcasına (İngilizlerin deyimiyle de it is raining cats and dogs) yağmaya başlayınca bizimde wc bulma telaşımız tuttu.. bir süre sonra ıslanmaya aldırmayıp wc aramaya çıktık .. epey bi dolaştıktan sonra parkta arama çalışmalarımız sonuçsuz kalınca caddeye çıkıp bi kafe yada benzeri bir yere girelim diye düşünürken öğrencilerin girip çıktığı bir enstitü gözüme çarptı. Mutlaka bi wc vardır diyerek attık kendimizi içeri ve birkaç kapalı kapıyı yoklayıp sonunda bulduk. Enstitünün içi korku filmlerini aratmayacak bir atmosfere sahipti fakat bizde korkacak hal kalmamıştı.. J işimiz bitince koşarak uzaklaştık. Bu telaşla yolumuzu şaşırıp gideceğimiz yönün tersi istikamette yürüdüğümüzü (el borne bölgesine gitmek istiyorduk) geri dönüp el borne civarına geldiğimizde ayaklarımız ve midelerimiz alarm veriyordu. Bir süre dolaşıp yemek için yer aradıktan sonra çok fazla arayacak derman kalmadığından gözümüze en şirin görünen yerde Tapas* ve pembe şarap içerek kendimizi ödüllendirdik.. (iyi yürümüştük). Tapas dedikleri şey restoran türü yerlerde bizim bildiğimiz meze tabakları .. bazı barlarda ise kanepe şeklinde hazırlanmış dilimlerin üzerinde sunulan atıştırmalıklar.. Tabi bu kadarla kalmadı, ödüllerin arkası kesilmedi. Çünkü yemekten çıkıp Çarşamba akşamı için flemenko şov biletlerimizi (50Euro), Salı günü için Girona ve Salvador Dali’nin yaşadığı ve müzesinin bulunduğu yer olan Figueres turu biletimizi (152Euro) aldık.. Arkasından akşamları takılmak için seçtiğimiz yer olan Plaça Reial’de en sonunda sangrialarımızı içtik, en sonunda diyorum çünkü geldiğimizden beri aklımızda sangria içmek var ve nerdeyse 48 saattir Barselona’da fink atıyoruz nihayetinde fırsat bulup içtik.. kafam bununla meşgulken nasıl o kadar gezdiğimizi ben de bilmiyorum.. şarapla yakın akrabalığı bulunan alkollü meyve suyu olarak tarif edilebilir bence.. Sangria ile günün yorgunluğunu iyice çıkardıktan sonra gece yarısını geçmeden ve sinderella gibi papucumuzun bi tanesini düşürüp onu bulacak kişiye bırakmadan otelimizin yolunu tutuyoruz, giderken de 24 saat açık marketimizden su vs. gibi ihtiyaçları stokluyoruz.. çünkü ertesi gün çok erken kalkıp, kahvaltımızı yapıp, saat 8.15 te bizi Girona ve Figueres’e götürecek olan Julia Tour’un kapısında olacağız.. buluşma yeri olan tur acentesinin yeri ise otelimize yaklaşık 50 metre.. J
to be continued..
Etiketler:
Barcelona,
Gaudi,
La Sagrada Familia,
Sangria,
Tapas
Kasım 12, 2015
Dönüş ve Barselona'ya gidiş
Tam 762 gün olmuş buraya
yazmayalı .. başka yerlere de yazmadım zaten .. gazetedeki köşemden de istifa
ettim söyleyecek sözüm kalmadı notunu bırakarak J
.. bloğa ihanet yok yani.. uykusuzun artık burada “uyurgezer adının kalmasına
gerek kalmadı” diyip adımı silmesine ramak kalmıştır sanırsam.. buralardan
arada serzenişte bulunup sonra ümidini kesip çuvaldızlamaktan vazgeçse de sözlü
olarak dürtmelere son vereli de az bi zaman olmuştu.. şimdi de öylesine
otururken birden bire pat diye yazasım geldi.. aslında yazılacak çok ama çok şey
vardı.. 2 yaz 2 kış 1 gezi 2 seyahat 3 seçim geçti.. gezi olayları ve seçimler ile ilgili çok şeyler yazıldı bana
birşey kalmadı .. ben uykusuz ile yaptığımız son seyahatimizi Barselona’yı
yazacağım.. Barselona ile ilgili de bir çok seyahat bloğunda bir çok bilgi
bulabilirsiniz tabii ki.. sanırım hakkında en çok sehayat notu yazılan
şehirlendendir ve bunu hak ediyor. Olsun bir de bizden dinleyin bir zararı
olmaz J
THY nin biletlerde yaptığı indirim kampanyasını
gören uykusuzun beni araması ile harekete geçip bu yıl (2015) bitmeden bir yere
gidelim telaşı ile nereye gitsek Sicilya mı olsun ora mı bura mı derken benim
“artık şu Barselona’yı aradan çıkaralım aklımı meşgul edip durmasın” lafıma
uykusuzun da katılması ile birlikte indirimli bilet kampanyasının bitme
tarihine az bi zaman kala 18- 23 Ekim tarihlerine biletlerimizi aldık. Daha sonra da internetten yaptığımız arama
tarama çalışmaları neticesinde sadece yerinin merkezi olması birazda fiyatın
diğerlerine oranla daha uygun olması nedeni ile Hotel Marvi’den 5 günlük
rezervasyonumuzu yaptık. Bize göre bir şehri tam olarak gezebilmek ve tadını
çıkarabilmek için en az 5 günlük bi süre olması gerekiyor yoksa eksik kalan
şeyler oluyor döndükten sonra şunu yapsaydık burayı da görseydik dememek için..
neyse 17 Ekimde uykusuzun Ankara’dan İstanbul’a gelmesi ve 18 Ekim sabahının
köründe saat 5 te uyanıp taksi ile Havaalanına gitmemiz ve uçakta yerimizi
almamız ile başlayan seyahatimizin başında
her ikimizde de sanki her ay Barselona’ya gidiyormuşuz, bu gidişimiz de her
senenin bu zamanı yaptığımız bir rutinmiş hissi vardı.. Belki Barselona ile
ilgili çok şey okuyup çok fotoğraf görmemizden kaynaklanıyordur. Ama ben yine
de uykusuzla birlikte daha önce Barselona’ya gidip hatta orada bir süre
yaşadığımızdan halen şüphelenmiyor değilim. Çünkü uçaktan inip bavulları alıp,
doğruca aerobus durağına gidip otobüse binmemiz, otobüsten Universitat
durağında inmemiz, indikten sonra hemen hiç arayıp taramadan kendimizi otelin
önünde bulmamız bende doğal olarak daha
önce buraya geldik te biz mi unuttuk acaba sorusunu sormama neden oldu.
İlk kez gidecek olanlara tavsiyem uçaktan Barselona
havaalanında T1 terminaline iniyorsanız çıkışta otobüs tabelasını izleyerek
kolayca aerobus durağını bulabilirsiniz ve kişi başı 5.90 euroya şehir
merkezinde Katalonya meydanına(Plaça de Catalunya) kadar gidebilirsiniz.
Aerobus sabah ve akşam saatlerinde 10 dakika diğer saatlerde 20 dakika ara ile
sürekli Katalonya Meydanı ile T1 terminali arasında sefer yapıyor.
Önce oteldeki odamıza çıktık tabii ki. Yerleştikten ve
lobideki suratsız hatundan (derdi neyse oldukça suratsızdı ve neden geldiniz
der gibi bakıyordu) fiyata kahvaltı dahil olmadığını öğrendikten sonra ilk gün
yakın çevremizi tanıyalım yürüyüşümüze çıktık.
Kaldığımız otelden çıkıp direk
karşı istikamete gidersek Katalonya meydanına, sağa dönüp dümdüz yürürsek Rambles caddesine çıkıyordu.
Rambles caddesi dediğin ortasında yayalara ayrılmış kısımda kafeler, hediyelik
eşya dükkanları sıralanmış ve dünyadaki envai çeşit insanın üzerinde cirit
attığı iki tarafında da araç trafiğinin yer aldığı geniş mi geniş karnaval yeri
gibi bir cadde.. Biz doğruca Rambles caddesinden deniz yönünde ilerleyerek
sahile kadar indik.
Bu arada o saate kadar da çok acıkmış olduğumuzdan acilen
karın doyurmak ihtiyacı içerisinde yeni bir tat deneme riskine girmeyerek
bildiğimiz Kentucky Frıed Chicken ile öğle yemeğini geçistirdik. Sahilde bir
parmağı ile Amerika kıtasını işaret eden Kristof Kolomb heykelini görünce
nedense bi tuhaf oldum. Birincisi heykel
benim düşündüğümden çok daha büyük ve azametliydi. Gerçekten çok güzel bir
heykel. Ben öyle çok fazla heykel seven biri de değilim üstelik. İkincisi de
kaşifler her zaman bana ilginç gelmiştir. Hemen o devre zihnimde bir yolculuk
yaparak o zamanki şartlarda gemilerle
Amerika kıtasına gidilmesi ve keşfedilmesi gözlerimde canlandığından bir
anlığına tuhaf duygular içine girdim. Kristof Kolombu bir süre izleyip ters
ışığa ve büyüklüğüne rağmen yakın mesafeden hangi açıdan daha güzel fotoğraf çekeriz
araştırmalarından sonra sahilde kurulmuş olan antika pazarını dolaştık. Ben üzerinde
No Passaran yazan 2.dünya savaşından kalma bir asker kaskı beğendim, uykusuz
ise usturlablara hasta oldu.. ama sadece izlemekle yetindik fiyatları bize göre
çok fazlaydı ve ilk günden bu kadar harcama yapıp son günlerde sürünmek vardı.
Daha sonra sahil kesiminden ayrılıp ara sokaklardan
ilerleyerek Plaça Reial’i bulup, akşamları burada takılırız diyerek kahve molamızı Hotel Neri’nin küçük ve
sevimli bir meydana bakan kafesinde verdik. Moladan sonra yine Kuzey yönünde ara
sokaklardan geçerek Barcelona Katedraline kadar yürüyüp, fotoğraf molasından
sonra Plaça de Katalunya'ya çıktık.
Hotel Marvi'ye uğrayıp biraz dinlendikten sonra Barselona’da yediğimiz en berbat yemeği (peynirli risotto) yedik. Daha doğrusu yemeye çalıştık ama başaramadık. Yediğimiz kısmını da (1-2 kaşık) sırf garsonun sempatikliği yüzünden yedik desem yanlış olmaz. O kadar şirinlikle servis etti ki sanki hiç bi yudum almadan bıraksak üzülecek zannettik. Adam niye üzülsün ki sen parasını ödedikten sonra yesen ne olur yemeden bıraksan ne ? verdiğimiz parayı hiç yazmıyayım :) aç olarak çıktığımız restorandan sonra bizi ancak irish bar paklar diyip birer heinekeen yuvarlayıp sabahın beşinden beri ayakta olduğumuzdan otelimize gittik. İlk günkü akşam yemeğimiz heinekeen oldu sizin anlayacağınız. eh biz Gaudi, Dali, Miro, Picasso gibi deli/dahilerin şehrine gelmişiz bunu mu dertedeceğiz :)
Hotel Marvi'ye uğrayıp biraz dinlendikten sonra Barselona’da yediğimiz en berbat yemeği (peynirli risotto) yedik. Daha doğrusu yemeye çalıştık ama başaramadık. Yediğimiz kısmını da (1-2 kaşık) sırf garsonun sempatikliği yüzünden yedik desem yanlış olmaz. O kadar şirinlikle servis etti ki sanki hiç bi yudum almadan bıraksak üzülecek zannettik. Adam niye üzülsün ki sen parasını ödedikten sonra yesen ne olur yemeden bıraksan ne ? verdiğimiz parayı hiç yazmıyayım :) aç olarak çıktığımız restorandan sonra bizi ancak irish bar paklar diyip birer heinekeen yuvarlayıp sabahın beşinden beri ayakta olduğumuzdan otelimize gittik. İlk günkü akşam yemeğimiz heinekeen oldu sizin anlayacağınız. eh biz Gaudi, Dali, Miro, Picasso gibi deli/dahilerin şehrine gelmişiz bunu mu dertedeceğiz :)
to be continued..
UYRGZR _._
UYRGZR _._
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)