Kasım 21, 2010

Deliye her gün

Öğlen vakti iki kocaman kütle halindeki dondurulmuş boyun etiyle bakışıyorduk. Teyzem, bayram ortası gelebilmiş, kıymalık,kavurmalık kurban etlerini beraberce halletmiş, bu sabah sirkülasyona tabi olanlar arasına katılıp beni boyun etiyle başbaşa bırakmıştı. Uyurgezerle en iyisinin haşlama olacağına karar verdik. O da buraya yerleşmiş arkadaşlarından biriyle buluşmaya gidince boyun etini halletmek bana kaldı. Az önce tattım galiba anlımın akıyla sıyrılacağım bu işten..
YArın iş başlıyor.. Bayram gezerlerinin çoğu evlerine dönmüştür, Uyurgezer yollarda tıkılıp kalmamak için yarın sabah terk edecek buraları.. Bayram, Uyurgezerle, teyzemle, yeğenimle bir araya gelmemize fırsat oldu, gitti. Çoğunlukla evdeydik, AVM'lere akan Ankara'nın iki yeri başımızı evden çıkarmamıza sebep oldu. Eymir ve Hamamönü..Onun ötesi filmler ve sohbet..Filmlerden biri, milletin ayıla bayıla seyrettiği Paranormal Activity..Biraraya gelince korku, gerilim, endişe isteriz biz. Filmin etkisi artsın diye gecenin bi vaktini bekledik, ışıkları loşlaştırdık, mısır falan da patlatmadım, çatır çutur sesler çıkmasın, oradan buradan eller kollar uzanıp dikkat dağıtmasın.. Bütün bu hazırlıkların bize bi faydası dokunmadı ama yeğenin uykusunun içine etmeyi, gece ışığı açık bırakmamız için ısrar etmesini sağladı. Tabi yanlış yerden başlattık çocuğu.. Exorcist dururken bunları seyrettirirsen bunu abdurrahman çelebi zanneder.. "Yarın bu hatamızı telafi ederiz yeğen" deyince çareyi sesi soluğu kesmekte buldu biçare..Sanırsam sabaha kadar vampir kılıklı halalarından bir an önce kurtulmak için duaya durdu.
O dua eder iken biz kendi çocukluğumuzun bayramlarına çoktaaann yelken açmıştık..

Bayramlar anneannemizin köyünde geçerdi..Bayramlık elbiseler, pantolonlar, ayakkabıların arife günü gecesi yatağın kenarına dizilmesi ve bayram sabahı giyilmeye hazır bekletilmesi geleneğinin son çocuklarıydık belki.. "Nerde o eski bayramlar" teranesinin özü çocukluğu özlemekti aslında.. Eskiyen bizler eskide kalan çocukluğu "bayram" kisvesi altında özlüyorduk. Anneannemin yaşadığı köy İstanbul'a yarım saatti ama köydü..Çoğunluğu göçmenlerden oluşan, ahşap evleri, evlerinin yanlarında öküzlerin, ineklerin, eşeklerin bulunduğu ahırları, horoz, tavukların kümesleri, toprak yolları, yollarında at-öküz arabaları, kenarında akan deresi, etrafında irili ufaklı tepeleri dağları, mezarlığı, top sahası bulunan bir köydü işte. Çocuk için bulunmak nimet olan bu mekan kocamaaaan bir oyun alanı olarak bizimdi.. Bayram sabahları millet bayram namazına gitmişken kalkar apar topar kahvaltımızı eder, yanımıza ganimetlerimizi taşıyacağımız; artık torbaydı, fileydi ne bulduysak, kimi zaman bir hırkanın kollarını bağlayıp çıkın haline getirirdik, alır yola koyulurduk. Önce en yakın akrabalar sonra komşular sonra da bütün köy kazan biz kepçe dolaşırdık.. Akrabalardan para, konu komşudan toplanan şeker, çikolata( ki çikolata nadir bulunurdu çikolata veren evlere dönüp dolaşıp gene gidilirdi, lokum, akide şekeri, kaynana şekeri ağırlıklı bir nevale olurdu) öğle sonrası saatlerinde dere kenarında belirlenen noktada toplanılarak gözden geçirilirdi.. İşin en zevkli kısmı buydu.. Toplanan ganimetin yenebilecek olanları bu esnada gövdeye indirilirdi. Elde kalan paranın da çoğunu da köyün bakkalında derdest ederdik, annelerimizin "kumbaralarınıza atın o paraları gözü çıkasıcalar" nidalarına kulak asmadan.. Bayramlarda es geçmediğimiz iki kişi hatırlıyorum. Biri bir hastalığından ötürü yerinden kalkamayan, evinin penceresinde gelip geçeni seyreyleyen ninecik. Öteki uzun etek giymediğimiz için bastonuyla bizi kovalayan dede.. Kısacık şortları giyip adamcağızın evinin önünde dışarı çıkmasını, etrafında koşuşturmamızı, onun "bre gavurlar gidin pantul ( pantolon) geyin bari" deyişini arsız gülüşlerimizle savuşturmamızı, "elini öpelim dede" diye bağrışmamızı, sonra onun dayanamayıp duruşunu ve sıraya girip elini öpmemizi ve bunun her bayram tekrarlanışını hatırlıyorum.. Nineye biraz daha insaflı davranırdık.. Evinin, ön kapıdan girilip üst kata çıkılınca arka sokağa açılan bir konumu vardı. Büyüyünce bunun kot farkı olduğunu öğrendik..Neyse.. Önce evin ön kapısından girip arkamızdan at koştururcasına evin içini tavaf eder, üst kattan arka kapıya ordan tekrar sokağa çıkar bu işlemi koşuşturmaktan bacaklarımızda derman kalmayıncaya kadar yapar, bu arada gürültü patırtımızı eksik etmezdik. Yorulunca utanmadan kadıncağızın yanına gider elini öper, şekerlerinden alır, evinde suyu kalmamışsa ona bir iki kova su taşır, çok bi iş yapmış gibi mağrur yanından ayrılırdık..Su taşıma işi önemliydi.. Çünkü köyde su evlerde akan bir şey değildi.. Köyün içinde, yanında yöresinde bulunan çeşmelerden akardı ve evlere bidonlarla, kovalarla taşınırdı.. Yaşlılara su taşımak çok itibarlı, çok övgü alan bir işti.. Boru değil yani.. Bayramın bu ritüellerinden sonra iş iyice arsızlaşmaya gelirdi tabi.. Oyun oynamak..Oyunların en zevklisi hava sıcaksa dereye girmekti..Bahçelere girip allah ne verdiyse
çalıp yemek, köyaün elmalığına gidip korucuya görünmeden ağaçlara tırmanıp o elma senin bu elma benim diye bir iki ısırık atıp elmaları yerlere atmak diğer iğrençlikler arasında sayılabilir.. Soğuksa dağlara tepelere tırmanmak, bildiğimiz bilmediğimiz çeşit çeşit kovuklara mağaralara girmek, sağda solda bulunan otları derleyip kafaya takmak, boyalarla yüzü çiziktirip kızılderili olmak, bulunabilecek esnek dallardan oklar yaylar yapmak, bu hal ve vaziyette köyün kahvelerinin bulunduğu alana gidip çay içen, kağıt-taş oynayan adamların arasına dalmak, kimilerinin gülüşmelerine kimilerinin beddualarına, kimilerinin şikayetlerine maruz kalmak favori oyunlarımızdandı.. Yorulduğumuzda bir ağaç gölgesi, bir dereboyu çalısı, mezarlık duvarı üstü mola yerimiz olur, kimin elinde ne kadar Tommiks, Teksas varsa değiş tokuş yapar, okur ha okurduk!!!!.Akşama doğru midelerimizi abur cuburla doldurduğumuzdan yemek yemeği unuturduk, gerçi ev ahalisi de bizi unuturdu ya neyse, akşam olunca hatırlarlardı bizi.. Küçücük köyün gönlümüzdeki kocamaaaan arazisine biri bir gün her bir evden farklı, her bir şekilden ala bir ev yaptırdı.. Ev deyince ayıp olurdu aslında çocuk gözümüzle bir şato yaptırdı..İşin aslı albayın bir emekli olmuş köyü görüp beğenmiş, büyük ihtimal köyde yaşayan birilerinin de akrabası olmalı, emeklilik sonrası İspanya'da mı ne gördüğü bir evi aklında kaldığı kadarıyla çiziktirmiş, köyün girişindeki tepenin eteğine de gönlünce yaptırmış.. Evin aramızdaki adı Şato oldu.. Elbette cinli perili bir Şatoydu.. ve tarafımızdan keşfedilmezse olmazdı.. Bir iki gün etrafında gezildi "Şato"nun..Köyün büyüklerinden henüz içinde oturan olmadığı bilgisi alınmıştı ama emin olundu.. Ertesi gün ise büyük gündü.. Bakkaldan çekirdek, Tipitip(sakız), çikolata( dido) alındı.. bu, günlük tüketmemiz gereken nevaleydi, onlarsız günümüz eksik gibi olurdu.. Şato'nun yolu tutuldu..Plana göre evin yaslandığı tepeye çıkacak ve evin üst katına açılan terasa atlayacaktık..
Bu bölümü belki Uyurgezer anlatır, anlatmazsa bir sonraki yazımın konusu olsun gali. Burada bir es vereyim..
U(YKSZ)

1 yorum:

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

kedrikeç, pitipit, odid olcaktı o.. o zamanlar sret çe konusurduk ve bakkala da öğretmiştik :DD he he.. senin kadar datlı anlatamam sen yaz "neftül" :)) UYRGZR-.-

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...