Aralık 26, 2010

when we were in Holland / Part-1

Çocuk okutmak zor zanaat vesselam... Artık kim ne tarafından algılarsa..Para mı pul mu ruh mu bilmem..Üniversiteye girene kadar bi sümsük olan bu veletler
–sanırım, tek ti çift ti, ahan da bilmem kaç kişi alcaz, şu kadarını da kaldırım mühendisi yapçaz türü açıklamalar yedi bu çocukların kafasını-
kapağı bi bölüme atınca sudan çıkmış balık olacaklarına gün görmüş ayçiçeği oluveriyorlar..Düne kadar “hüü örtmen çok ödev verdi noooolur yardım et” diye ayaklarının dibinde sırnaşan kedi, bi günde “aa ama ikide bir arayıp durmayın arkadaşların yanında ayıp oluyo, dalga geçiyorlar benlen” diye çemkirip duruyor..Neyse birey olcak benim yavrum diye sesimizi çıkarmıyoz.. Bi kıymet bil bi otur dimi oturduğun yerde.. Nerdee.. İki arada bi derede bi de yurt dışlarında okuyasıları tutar bunların.. Kendilerinden bi dönem önceki veletlerin doldoluna da gelirler..Hiç biri “nasıl zordu, akşamları yastığıma sarılıp sarılıp ağladım, yemekler burnumda tüttü, bi türkçe kelime duysam burnumun direee sızladı, anamın kokusunu özledim “demez de, “şöyle gezdim, böyle deli dolu geçti, dönesim gelmedi, ay valla dilimi yeni yeni düzeltiyorum o kadar yani, amaaan döndük işte ama fırsatım olsun hemen hiç durmam” cinsi laflarla gözünü açarlar yeni civcivlerin. İşte bizim Nızo’nun ikicik kızlarından biri de bu civcivlerden biri idi ve Eurıtmıx mi, Erasmus mu, da Vinci mi nası bi kodsa! işte o kodlardan biriyle Hollanda ‘da okuyası geldi ve macera da böyle başladı....:))))
Bizimki-yani Nızo-yok banka kredisiydi yok kötü gün parasıydı yok bilmem ne vakfı kredisiydi derken topladı avroları, dizdi kızın önüne..”gitsin gavur illerinde ufku açsın” diyo ama yürek Selanik..dokunsan –arada dokunuyoz-gözlerde her daim yağmaya hazır iki bulut..Arkadaş yüreği! dayanmıyor işte, benim gibi sürtük bi arkadaş daha var..İkimiz de dedik ki “ kızım ne üzülüp duruyon hep birlikte alırız kızımızı götürürüz, yerini yurdunu görürüz, emanet edecek insanlar buluruz buluştururuz, hem biz de gezer eğleniriz, dert etme” Allahtan, Nızo kızı nasıl bırakçam tasasıyla, cümle sonuna eklenmiş gezme, eğlenme işini duyamıyor, bizi kötü günde yanında olan en baba arkadaş olarak algılamaya devam ediyor..Oysa ben ve Sibo karar alınmasının üstünden saat geçmeden şehir planlarını, haritaları, nerde yenir, nerde içilir notlarını, on günde hollanda dili kitaplarını yalamaya yutmaya başlamıştık. Sibo oraya yerleşen bir arkadaşını arayıp “ yanına geliyoz, hazır ol” bile dedi, o kadar yani.. Nızo’nun kız, biz böyle üç hatun zebellah gibi yanında gelicez diye bozulacak oldu ama kıyıya çekip “kızım bizim senlen ne işimiz var, sen yurda biz Allah ne verdiyse oraya” deyip hiç olmazsa çocuğa gerçeği açık ettim de içim rahat.
Harekat günü yaklaşıyor biz bavullara neyi nasıl sığdıracağız diye uğraşıyoruz. Kış vakti kazaktı, hırkaydı, bottu, çizmeydi, bunun üstüne bi şey dökülür neme lazım, aa akşam belki güzel bi yere gideriz azıcık açık saçık bi şey de alsak mı, e, o zaman altına bi de ayakkabı derken bavul kendinden geçiyor.. Nızo’nun derdi bizimki gibi değil tabi.. O, ben bir hırka bir pantolon alırım yeter, çocuğa lazım olacakları tıkıştırayım, havaalanı ağırlığını da geçmeyeyim derdinde..Boru değil altı ay kalıcak çocuk, üstü başı, çarşafı, battaniyesi.. Yurt, yorgan verecek mi diye etmediğimiz telefon, yazmadığımız e-posta kalmadı, yoksa bir de yorgan götürecektik.. Nızo, sonunda bizim bavullara da ambargo koydu. Küçük leğenden tutun da süzgeçe kadar bilumum eşyaya yer açtık.. “yav ordan alırız” da diyemiyoruz.. Elin gavur ilinde buluruz bulmayız, vakit olur olmaz.. Bu arada tarhanalardan, bulgurlardan söz etmiyorum onlar ayrı.. Neyse.. Gün oldu devran döndü havaalanına attık kendimizi.. Bu arada götüreceğimiz çocuk sayısı ikiye çıktı. Bizim kızın sınıf arkadaşlarından biri de katıldı kervana.. Bavulları tedirgin yüz ifadeleriyle veriyoruz tartıya, geçen bavulu ıslık çalıp, alkışlayacağız neredeyse.. Nızo’nun iki dev bavulu başarıyla geçti, benim orta boy da sorunsuzdu. Sibo’nun elindeki küçük takıldı. “ya boşaltın ya para” ikilemindeyiz ama, para kaptıracak göz yok bizde.. Açtık bavulu ne var ne yok sırt çantalarımıza böleceğiz. Bi yandan da söyleniyoruz Sibo’ya “kızım ne koydun buna böyle” diye..Bi açtık ne görelim anasını satayım.. Envai çeşit peynir, siyahından yeşilinden zeytin, reçel, bazlamalar.. “Ulan bu gittiğimiz ülke peynirleriyle nam salmadı mı yedi düvele” diyecek olduk, Sibo “bak dua ediceksiniz bana , beğenmez mişiz biz onları, arkadaşım söyledi” diyince , bir kahvaltı manyağı olduğum için üstelemedim.. Öyleyimdir..Peynirsiz, reçelsiz, zeytinsiz, yumurtasız kahvaltı migren başlatır bende, o derece.. Zayıf yerimden vurdu beni kaltak..Alelacele sırt çantalarına bölüştük peynirleri, zeytinleri..Sonrasında dua ettik gerçekten..İnsan yolda olunca olur olmadık yerde acıkıyo mirim.. Yaban ellerin de tadı bize uymuyo..Allahtan THY ile uçuyoz, hiç değilse semada yabancı tatlar olmayacak diye seviniyoz bi yandan. Bu sebepten ne ikram ettilerse yidik, içtik..Çocukları da zorladık, inince bulamayız bi yer neme lazım diye.. Çünkü, Schipol havaalanına ineceğiz, ordan Ede-Wageningen’e gideceğiz trenle.. Nerden baksan beş-altı saatimiz yolda geçecek..İnternetten bi otel bulmuşum, kongre oteli ve yurda yakın görünüyo ama hepimiz paranoyak kişilikleriz, yolda izde açta açıkta kalırız ürküntüsü genlerimize işlemiş, yanımızda çocuklar olmasa dert değil tabi, maksat onlar sıkıntı çekmesin!!!


Schipol’e iniyoruz, o anın tek derdi bavulları tek parça halinde, eksiksiz bulmak..Mazallah birine bi şey olsa dert anlatmakla geçecek saatleri hayal etmek istemiyoruz.. Uçakla havaalanı arası körükten çıkarken bir ön pasaport kontrol noktasından geçiyoruz, Hollanda’nın en yakışıklı insanlarını bu noktaya koymuşlar anacım.. Bizim okumaya gelen kızlar “bu ne bee” diye yanıma sıkıştılar..”şştt dedim, anan duyacak şimdi” Uzuuuun bi kontrol düşünürkene, gülen gözleriyle niye teşrif ettiğimi sordu, yumuşacık.. Ben de yanımda avallaşmış kızları gösterip “aha bu kızanları size teslim edip gitcez, okuyacaklar inşallah” anlamına gelen sözler geveledim..Uzattı pasaportu iki saniyede “kolay gelsin bacım” dedi Hollanda aksanlı İngilizceyle.. Çabucak bitti aşkımız..Bavulları sağsağlim ele geçirdik, üçüncü çıkış kapısına gitmek lazım, çünkü Sibo’nun arkadaşı bizi orda bekliyor, bizimle Wageninigen’e kadar da gelecek, yolu izi öğretecek sağolsun.. Oysa ben tren bileti nasıl alınır internette simülasyon bile yapmışım ama içim rahatlıyor neme lazım..”bu üçüncü kapı nereyedir” diye bağıra çığıra dolanır iken, “soldan ilerle danışmanın yanında” diye bir ses ilen irkildim, dakka bir gol birdi, Hollanda’da adım başı Türk vardı..”ooo, hacı teşekkürler” diye havaalanını inlettik, o, iki elini de sallaya sallaya, gülerek gitti..Ben, onca yol etmiş-Rotterdam’da oturuyo- Sibo’nun arkadaşına alelacele selam verip, siz hasret giderin, dumanlanmam lazım deyip kendimi dışarı zor attım.. Onca saat sigarasız, ölecektim. Sağolsun anlayışla karşıladı bu densizliğimi..benden yüz bulan Nızo’da eklendi yanıma.. Yağmurlu, soğuk Amsterdam’ı soluya soluya içtik sigaraları..Sonra bindik Ede trenine..Sibo’nun arkadaşı bavulları şurdaki alana koyun, içeri geçip oturalım diyor ama bizim paranoyamız ön planda “ölsek de ayrılmayız bavullardan” misali ite kaka bavulları oturulan yerlere aldık..


Akşamüstü ama Allahtan kalabalık değildi tren, çünkü bavullar iki kişilik yer kaplıyorlardı ve kontrolörler bi laf etselerdi, buradaki ilk saatlerimiz kavga dövüş geçecekti..


Ama çok kibar insanlardı, laf etmediler..Bunda saatlerdir yolda oluşumuzun yüzlerimize vuran sevimliliği! de etkili olmuş mudur acep? Sanmam! Ede’ye gelince Wageningen’e paraya kıyıp taksi ile gittik. Otel,( Hof van Wageningen) dışarıdan fena görünmüyordu. Nihayetinde boşuna kongre oteli seçmemiştim, üniversite hocaları gelip gidiyor olmalıydı,internette okuduğum yorumlarda kahvaltısı mükemmel de diyorlardı.. Koca koca bavullarla otelin resepsiyonuna adım attığımızda ilk duyduğumuz gümbür gümbür Ortadoğu ezgileriyle çalan bir müzik, ilk gördüklerimiz de yeşil, mor, kırmızı pırıl pırıl tuvaletleriyle süslü mü süslü kadınlar ve etrafta bağıra çağıra koşuşturan her yaşta çocuklar oldu. Otelin kapısı bir zaman atlama koordinatıymış da , biz Konya’da, Adana’da bi düğün salonunun ortasına düşmüştük sanki.. Gözlüklü, orta yaşlı, akça pakça, Geleceğe Dönüş’teki doktor kılıklı resepsiyonist “Welkam” dedi de Allahtan, “doktor, bu ne” diye lafa girdim….

U(YKSZ)

2 yorum:

Godsyndrome dedi ki...

eee sonra?

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

Soonracıma...:)))))
Anlatçam, dur hele, işler girdi araya .
U(YKSZ)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...