Haziran 02, 2011

VATİKAN-1

İkinci günün neredeyse gecesinde onca yorgunluğun sonunda otelimizin yakınlarında bir trattoriada yedik yemeğimizi. Adı Trattoria La Tavernetta.. Termini bölgesi,  Vicenza caddesinde.  Castro Pretorio metrosuna yakın tarafta.. Yemekler çok güzel.. Pasta(makarna) harika, tabi alıştığımızda biraz daha sert.. Ben Arabic soslu yedim, çok beğendim.. Garsonlar Mısır’lıydı, şakacı, güler yüzlüydüler..Daha sonra aynı yerde sebze çorbası da içtik.. O kadar beğendik yani..
Üçüncü günü Vatikan’a ayırmıştık, Papa’ya selamlarımızı sunup, Kubbeye tırmanacak, hatta öğlen saatleri civarında bu bölümü bitirip kendimizi- oradakilerin deyimiyle gerçek Romalıların bulunduğu-Trastevere bölgesine atacak, sıkı bir yürüyüşle Tiber nehrini tekrar geçip Bocca della Verita’ya ellerimizi, kollarımızı sokup yalancı mıyız değil miyiz anlayacaktık… Öyle olmadıJ))
 Kalabalıktan caddelerin görünmediği bu kentte planlara uymak, zamanlamalar yapmak pek mümkün değildi. Hiçbir turist rehberi de dinlenmemeliydi, kendi bildiğini okumalıydın.. Ama  biz hala akıllanmamıştık.. Uyandığımız an itibarıyla ilk işimiz ayaklarımızı yoklamak oldu.. Bütün geceyi tepe taklak geçirmiş, duvara dayadığımız ayaklarımızın kendilerine gelmeleri için dualar etmiştik.. Fena değillerdi sanki.. Uzun bir günü kaldırabilecek gibiydiler, bu günkü maraton onlara vız gelir tırıs giderdi.. Öyle olmadıJ)
Geziye dair notlarımın başında her gün için “SIKI KAHVALTI YAP” ibaresini boşuna yazmamış olduğumu anladık. Roma Gezi Rehberini hazırlayıp romarehber.blogspot.com’a yazan Ongun Tan’a teşekkürlerimizi buradan iletmek farz oldu.. Önerilerinin ne kadar yön gösterici olduğunu önerilere uymadığımızda iyice fark ettik..Eee, beşerdik şaşardık.. Olan vaktimize, nakdimize, ayaklarımıza olurdu.. Olsundu, tatildeydik.. Metronun kurdu  vaziyetine gelmiştik..Artık Terminiye yürümüyor, kaldığımız yerin hemen yakınındaki mavi metro hattına binip Termini’ye gidiyor, kırmızı hatta geçmeyi beceriyorduk..Aynı yöntemle Ottoviano istasyonuna ulaştık o gün.. Metro’dan inince Via Ottoviano-Via Angelica istikametinde hiçbir yerciğe sapmadan yürürsek Vatikan’ı karşımızda bulacaktık. Notlarda “müzeyi sonraya bırak, önce Vatikan’ı gez” yazıyordu ve yol üstünde bizi durdurup “rehbersiz gezmeyin” diye başımızın etini yiyen Flavio’yu görene dek bu nasihatin dışına çıkmayı aklımızın ucundan bile geçirmiyorduk.
Flavio.. Orta boylu, kumral, yeşil gözlü, gülümsedikçe tatlılaşan bir genç insan.. Daha ne diyeyim.. Daha Vatikan’ı görmeden tur bürosunun önünde bulduk kendimizi, pişmanlık belirtileri göstermeye meyl etmiştim ki, İskoçyalı Ian, “hadi gali takılın peşime” dedi. Müzenin yolunu tuttuk..
Liderini takip et oyunu başlamıştı artık..Ian önde biz kuzucukları arkada müzeye girdik.. Tur alanlar fazla kuyruk beklemiyordu, bu tek avuntumuzdu. Girişte Ian bize kulaklıklar dağıttı, ses kontrolü yaptık, hepimiz O’nu iyi duyuyorduk, müze bahçesine gönlümüz rahat adım attık.

Geldik üç tane panonun önüne..Ian, hepimizi topladı, yaklaşık bir buçuk saat süren bir konuşma yaptı.. Az sonra göreceğimiz Sistine Şapelinde Mikelanj’ın ne ka eseri varsa hikayeleriylen anlattı..

Çünkü şapelde beş dakikadan fazla kalamayacaktık , fotoğraf da çekemeyecektik.. O dakka lisedeki sanat tarihi hocamın kulacıklarını çın çın çınlattım.. Az gaz vereydi de sanat tarihine gönül vereydim deyu.. Neyse..



Ian’ın deriiiinlemesine anlattıklarını yalap şalap dinlerkene grubu da arada gözden geçiriyoruz tabi.. Ne var ne yok bilelim..

 Nihayet müzeye girebildik ama Ian susmuyor, o duvardan bu duvara koşuşturup duruyor, anlatıyor da anlatıyor..

 Bir ara bizim Uyurgezer’in arkalarda kalmaya çabaladığını hissettim..Ulan bu bi iş çeviriyor ya diye huylandım, gözlerimi üstünden ayırmıyorum.. Bir kadın iki adamdan oluşan grubun çevresinde dolanıyor bizimki..Adamın birinin de ayağına bakıp duruyor. “napıyon sen “diye höykürünce baklayı ağzından çıkardı. “şu adamı öldürücem, çarem yok” dedi. Meğer bunun ayaklar gene su koyvermiş. 

Giydiği kesler yüzünden düztaban muamelesi görüyor ayakları..Deminden beri de kendi ayak numarasından az büyük ayaklı birini arıyormuş.. Adamın etrafında dolanması ondan. Günahını aldım garibin. “öldürüp ayakkabılarını çalıcam” dedi.. “kızım bu İsveçli muhafızlar anamızı beller şimdi, bence ayakkabılarını çıkar yalınayak yürü, daha az belalı olur” diye gözlerimi belerttim, etkili oldum zahir, sesini çıkarmadı. Kontrol ettim adam şapelin çıkışında hala sağdı.
Neyse.. ayaklarımıza kan oturana kadar müzeydi, sistine şapeldi gezdik, sanıyoruz ki şimdi Vatikan’a gidicez. Ian “hadi bana eyvallah, Vatikan’ı gezecekseniz acele edin, saat altı da içeri girişler kapanır” dedi. Saate baktım, üçtü, açlıktan ölüyorduk, biz öleceğimize Ian ölmeliydi. Müzenin çıkışındaki salyangoz şeklinde yapılmış merdivenleri görünce Ian’ı unuttum, o kadar güzeldi..

Meğer turun kapsamı sadece müzeymiş.. Sakinleşmek için bir kapuçino içmemiz şart olmuştu. Ama sakinleşmedik.. Söylene söylene Vatikan’ın yolunu tuttuk.. 

Vatikan’ı çevreleyen dev sütunlardan kafayı uzatınca gördüğümüz manzara ayak ağrılımızı bile unutturdu.. Devasa bir insan kuyruğu önümüzde uzayıp gidiyordu, değil saat altıya gece yarısına kadar beklesek içeri giremezdik. 

Çaresiz yarın yine gelecektik..Çantalarımıza attığımız elmaları dişleyerek metroya yürüdük, bari İspanyol merdivenlerine gidelim, oralarda yiyecek bir şeyler bulalım, oturup dinlenelim dedik.. Tatildeydik, hiç bi şey bizi sinirlendirmemeliydi..Kılavuzu karga olanın da burnu boktan çıkmazdı..

 İspanyol merdivenleri tıklım tıklımdı.. Bir iki turisti ite kaka oturacak yer bulduk, ama biz oturmadık, neredeyse merdivenlere yattık.. 

Yattığımız yerden Bernini’nin büyük tufanı anlatan Kayık Çeşmesini turistlerin kafalarından seyredebildiğimiz kadar seyrettik.

 Orada yemekten vazgeçip, aşk çeşmesinin yolunu tuttuk, hem geçen gün adet olduğu üzre bir daha gelmeyi dilemek anlamında çeşmeye para da atmamıştık..acı patlıcanı kırağı çalmazdı artık..yürüdük… 

Akşam olmaya yüz tutmuşken aşk çeşmesinin hemen yanındaki yokuşun oralarda- bir dolu hediyelik eşya dükkanlarının yanında- güzel bir risotto yiyebildik.. Yeri gelmişken söyleyeyim, aşk çeşmesini sola aldığınızda karşıdaki yokuşa vurunca kendinizi, yokuşun sonlarına doğru yer alan dükkandaki hediyelik eşyalar en ucuzlarından biri..
U(YKSZ)


2 yorum:

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

sistine şapel çıkışı kimle karşılaştığımızı niye gizliyosun canımcımm :DD adamın ayakkabıları roma için ideal olandı, çok derinlemesine yaptığım gözlemler sonunda yaptığım bir tespit bu, boru değil yani, yardım edeydiniz sistine şapelde sıkıştırıp alcaktım ayakkabıları ve bir hafta boyunca rahat rahat gezcektim..ama nerdeeeee kardeşlik ölmüş :DD UYRGZR-.-

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

kardeşlik ölmüş ha! sen onu Şili'li güzelim adama "Ankara'da gezecek, görecek bi şey yok" derkene düşüncektin:))))

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...