“
ne o pek sessizsin” dedi. Yulaflı kıtır bisküvimi batırdığım çaydan da bir
yudum almak üzereydim o sıra. Bisküvinin ıslanıp damağımda eriyen tarafını
çaysız yutmak zorunda kaldım, gözlerimi devirip baktım. “hiiç” diye cevap
verdim karşımdaki duvara. “yok yok, var bi derdin, pek nemrut görünüyorsun”
cümlesiyle beni güldürdü. Çayımdan gecikmiş yudumu aldım, kucağımdaki dizüstünü
sehpaya bıraktım, “tamam” dedim, “anlat bakalım, benim değil ama senin derdin
var anlaşılan. Açtı ağzını yumdu gözünü. İlgilenmez olmuşum hiçbiriyle. Eve kös
kös gelip, geçiştirircesine bir iki lokma tıkınıp, “ o mereti” alıyormuşum kucağıma-
diz üstünden bahsediyor. Onu kapatıp sayfalara gömülüyormuşum. Duydukları tek
ses çevirdiğim sayfa sesleriymiş. Miskinleşmiş, harçları kararmışmış. Hiç
değilse televizyonu, radyoyu açaymışım, bi müzik duysalar, bi dizi seyretseler,
iki haberden haberdar olsalarmış. Ama neymiş efendim, içime doğru büzülüp
kütlesel çekim kuvvetimi arttırmış, bir karadelik olmuşum adeta. “Vay anasını”
dedim, “kütlesel.. mütlesel..karadelik nerden bildin bunları sen”. “sen
anlattın ya” dedi. Gözleri dolu dolu oldu. Sevdiğim romanlardan satırlar,
şiirlerden dizeler, makalelerden alıntılar okurmuşum meğer bunlara. Zaman zaman
her insan gibi tatsız anlarım olsa da çoğu neşeli bi kızcağız mışım- aha bu laf
da beni güldürdü- duvarın da alınganlığı arttı o sıra. “canım o tatsız anlardan
birini yaşıyorum herhal” dedim avutmak için. “yoook” dedi, “bu uzun sürdü,
çoook uzun”. Tebessüm edip anlamaya çalışacağım sırada karşımdaki duvardan –ki bu
duvarı koca salonu bölerek sevimli bir odacık yapmak için alçıpandan ben
yaratmış, çerçevelediğim fotoğrafları incinmesin diye teknoloji ürünü sökülebilen
yapıştırıcılarla asmıştım- cesaret alan diğerleri de lafa karıştılar. Ne
bencilliğim kaldı ne serkeşliğim. Öyle gürültü yaptılar ki sinirlendim,
bağırdım çağırdım, ışığı söndürüp yattım. Gel gör ki bi sağa döndüm bi sola..
Haklıydılar galiba. Her eve girdiğimde “ben geldiiim, nasılsınız bakalııım”
diye bi selam faslı yaptığım geldi aklıma. Üstü başı değiştirip, kanepeye uzanıp, kollarımı başımın altına
kavuşturup, bütün gün ne yaptıklarını sorduğumu, onların da sırayla dışarıdan duydukları
sesleri neye yorduklarını, kendi aralarında neler konuştuklarını anlattıklarını
düşündüm. Bi keresinde hangi renge boyanmak istediklerini sormuştum da ne
kargaşa çıkmıştı. Batıyı gören duvar sarı olmak istemişti, güneşin renklerini
en güzel öyle yansıtacaktı. Güneye bakan; penceresi çok olanı, maviyi
istiyordu, gökyüzü ile ancak o şekilde bütünleşebilirdi. Kitaplığın dayalı
olduğu kırmızı diye tutturmuştu, kitaplardan arta kalan yerlerden görünmesi pek
afili olacaktı, benim alçıpan “su yeşilinden gayrısı olmaz” demişti, üstüne
astığım fotoğrafları vurgulayabilmekti derdi. Karara varamamış, her birini de
ayrı renge boyayamayacağımdan mütevellit kura çekme önerime boyun bükmüşlerdi.
Kurayı da unutmuştum sonra, seslerini çıkarmamışlardı. Unutturmaya çalıştığımı
düşünmüş olmalılar, oysa ben unutmuştum. Duvarları severim ben. Yalnızlığın,
karşılık alamamanın, engellerin simgesi gibi algılansalar da bana öyle gelmez.
Korunmanın, dayanmanın nesnesidir. Değiştirmeye, dönüştürmeye açık alanlardır. Duvar
yazılarına, resimlerine de bayılırım. Şehrin tebessümüdür. Prag’da belediyenin
yıkmak istediği, ama gençlerin günler boyu gösteriler yaparak yıkım kararından
vazgeçirdiği John Lennon duvarını görmek için saatlerimi harcamış, dönmüş
dolanmış sonunda “bilse bilse bu bilir” diye Lennon’a da az biraz benzeyen
sokak ressamına sorarak, sokakların, alanların arasına sıkışmış duvarı bulmuştum.
Başım göğe.. evet ermişti.
Mutfağımda mutlu-mutsuz, huzurlu-huzursuz
sigara tüttürürken, sandalyeye değil de, yan oturup sırtımı duvara yaslarım mesela.
Serinliği hoşuma gider. Çıtkırıldım değildir, kuvvetli, sağlam dostluğu vardır.
Arazlı davranışları hoşgörür. Direncini huysuzlukları yatıştırmakta kullanan görmüş
geçirmiş, ağırbaşlı, tutarlı kimseler gibidir. Bir yere ilk kez gittiğimde
masaya sandalyeye, örtüye mörtüye kapıya bacaya bakmam ben, duvarlara bakarım. İçindekini
dışarıya vurabilme yeridir duvarlar. Bu fırsatı kimi kullanır kimi kullanmaz.
Bu gece tersi olmuş, duvarlarım içindekini bana dökmüştü. E, onların da sabrı
bir yere kadardı demek ki. Yattığım yerde duvarlara yaptığım haksızlık
büyüdükçe büyüdü. Gece bir ara rüzgar ıslık çalarak benle alay etti, “sen
karışma” dedim pencereden bağırıp. Sonunda rahatsız bi uykuya dalmayı başarmış
olmalıyım ki içerden gelen gümbürtüyle uyandım. Ya bir hırsızdı salondaki ya
da.. aklıma o anda nerden geldiyse geldi Cuma gecesiydi… ayın 13’üydü…öyle filmlerden
fırlamış zombilerden biri de dolanıyor olabilirdi. Yatakta uyuyor numarası
yapmak kendimi savunmam gerektiğinde hareket kısıtlamasına yol açabilirdi. İlk
akla gelen her zaman en iyisi miydi? Yoksa davulun sesi mi uzaktan hoş gelirdi?
Pişmanlıklardan ilki mi en sonuncusu mu fayda etmeyendi? Elim ayağım gittikçe
buz kesmekteydi ve içerdeki gürültü de bıçak gibi kesilmekteydi. Bıçak…Başucumda
asılı duran avcı bıçağını kapıp fırladım ama fırlama eylemini tamamlayamadım. Yatağın
yanında beş- on sayfa okuyup uygun ruh halimi beklemeye bıraktığım kitap kulesinin
üstüne basmamla kaymam bir oldu- sanırım kitaplar da öç alacak zamanı bu geceye
denkleştirmişlerdi- kalorifer peteğinin dilimlerine kafa üstü çakılmama ramak
kaldı. Elimdeki bıçağı kendime saplayabilme ihtimalim de olabilecekler
silsilesinde en muhteşemiydi.. İçerdeki kimse kendimi ondan önce öldürmeme
üzülecek miydi? Dengemi bulmaya uğraşırken içerdeki şahs-ı muhteremin
çıkardığım sese nasıl tepki vereceğini de femto saniyeler içinde düşünüp ne
halt edebileceğim konusunda karar vermeye çalışıyordum. “sakin ol “ diye
kalbimin olduğu yere höykürdüm. Hızlı hareket edersem şaşırtıcı olur iddiasıyla
salona yüz metre startı almışçasına daldım, bi yandan da sağa sola
olabildiğince zig zaglar çiziyorum ki düz bi hedef olmayayım. Çok yaratıcımdır
böyle zamanlarda. Biriyle karşılaşmaya öylesine hazırım ki boş salon rahatlama
etkisi yaratacağına endişemi kat be kat arttırıyor. Işığı yakıp kanepe, perde
arkalarına bakmaya niyetleniyorum.. Everest’e giden bir arkadaşımın dua
bayraklarını çekip hediye ettiği fotoğrafı parçalanmış çerçevesiyle yerde görüyorum.
Etrafta cam kırıkları.. Sinek tutmuş davar misali sağa sola koştururken ayağıma
batmamaları mucize.. Terimi boşaltıp, elimin ayağımın titremesi geçince sordum
alçıpanlıya: N’oldu?
“kavga
ettik, o da kendini attı aşağı” dedi. “manyak mısınız, gecenin bi vakti neyi
paylaşamadınız” dedim. Çerçevesi yamulmuş da, simetri delisi ben günlerdir görmemişim
de, duvardan rica etmiş de, duvarın da derdi hacmini aşmışmış da.. işin ucu
gene bana dayanmıştı. Derin bi soluk aldım, sakin, yumuşacık, gönül okşayıcı
oldum. Sabaha oturup konuşacak, aradaki buzları eritecektik, ne ihtiyaçları
varsa dinleyecektim. Buruk buruk gülümsediler, onların tek ihtiyacı bendim, eskisi
gibi biraz ilgi göstermemden başka bir şey istemiyorlardı. Aman içim bi fena
oldu. “Öküzüm” dedim “kusura bakmayın, işte güçte canımı sıkan şeyler var, kafam
dağınık”. “ biz ne güne duruyoruz işte bize anlat, onu istiyoruz” dediler. “
Tamam” dedim. Sabaha az kala huzurlu uykumuza yattık. Gün cam kırıklarını ve
kalp kırıklarını temizlemekle başladı. Kahvaltı ve çay günü iyice yumuşattı.
Duvarlara güzellik yapma arzum doldu taştı, gittim çaka çukaların içinde “bir
gün belki” bölümünden aylar önce aldığım tuvali, “son kullanma tarihi belli
olmayanlar” bölümünden kimbilir kimin ufaklığına hediye etmek için aldığım, vermeye
fırsat bulamadığım suluboyayı çıkardım. Pek güzel şeyler bloğunda gördüğüm bi
kenara not ettiğim çizimlerden birine benzetmeye çabalayarak tuvali doldurmaya
başladım.
Gün
boyu aç bilaç, sandalyede oturmaktan- tabi şövalesiz bir yetenektim- yamulmuş
vaziyette eserimi bitirdim, duvarlara gösterdim. Demokrat bir şahsiyet
olduğumdan “nereye asayım” diye sordum. Sormaz olaydım. İnce, zayıf sesler
geldi. Her biri bir diğerine daha çok yakışacağına dair sözüm ona kendi
haklarından vazgeçiyor numarası yapıyorlardı. Tamam! Paul Klee değilim.
Biliyorum. Ama.. Yani.. Yuh.. Bütün gün uğraştım, didindim. Nankörler.
Yalvarsanız da yok artık. Sandalyeye koycam resmi şimdilik, olmadı kapılardan
birine asarım, sormadan yapıcam tabi, aldım boyumun ölçüsünü. Hiç de kötü değil
işte. Di mi? Ha di mi?.. Ne?. …Bu sessizlik iyi değil…..
U(YKSZ)
5 yorum:
canım benim duvarlarla mı konuşuyon sennnnn... üstelik resminide astırmamışlar kendilerine.. bak onlarla uğraşma benim duvarlarıma getir en güzel bi yerine asarım valla..ellerine sağlık çok güzel olmuş resimmm :)) UYRGZR-.-
vuuuh çok etkileyici, müdür sipariş de verebiliyor muyuz ben mesela salonum için yağmur altında çıplak rahşan ecevit temalı bi resim istiyorum olabiliritesi var mı acabağ?
Uyurgezerim zorla astım birine, safi sessizlik içinde beni izliyorlar şimdi:))(Paranoya) Sana da yaparım bi tane tatlım:)))(megaloman)
Ya Godsy ya....Niye alay ediyon benim ince ruhumla. Gerçi kendi komşum olur bi teklif edeyim bakayım yağmur mevsimi geliyo:)))
U(YKSZ)
Sen cin ali çizsen ben salonumun baş köşesine asarım müdürcüm ince ruhunla alay eder miyim hiç :)
Hmmmm:(
Yorum Gönder