Haziran 20, 2012

hal ve gidiş...


Bekleyen derviş ile murad arasındaki ilişki bu kez gerçekleşmedi. Bekledim ki; uyurgezer gittiği, gördüğü diyeceğim dilim varmıyor gözdeki problemi henüz geçmedi çünkü, görmeye çalıştığı, görebildiği kadarıyla fotoğrafladığı yerleri anlatsın, yediği içtiği onun olmakla birlikte bize de aktarsın, başına gelen bilumum acaiplikleri – kesin en az üç-beş tane olmuştur- geçen zamanın etkisiyle de; güldürükçü şekilde yazsın çizsin.. Döner dönmez-belki de gözünün de etkisiyle- hayat gailesine bir daldı, çıkar çıkarabilirsen.. Gerçi orda burada eğlenip, gezip tozduğuna dair duyumlar alıyorum, hoşgörmeye çalışıyorum. – görmek fiilini kullanmasam iyi olacak ama kendimi alamıyorum ( hoş değil)- Neyse.. bloğun bu sahipsizliği içime çok oturdu.. Sabah kalktım, saat erken, hafif serinlik var ama belli ki bu serinliğin öcü alınacak gün daha öğlene ermeden, belli.. canım sıkıldı tabi. Caddeler ve beynim pelteleşmeden kendimi işin dört duvarına atayım, orada bunalayım, depresifleşeceksem iş arkadaşlarıma depresifleşeyim dedim. Serinlikli bir otobüsün güneş vurmayan tarafındaki camından sokakları, caddeleri, arabaları- otobüs ile arabalar arasındaki boy farkından dolayı- kafaları hariç bacaklarının bir kısmını, ellerini, bellerini gördüğüm direksiyon başındakileri, diğer otobüsleri, otobüslerdeki benden gayrı insanları, ışığın binalar ve otobüs camı arasında ettiği dansın elverdiği anlarda camdan yansıyan kendimi seyrede ede yol almaktaydım ki ne dürttüyse dürttü Kızılay’da attım kendimi otobüsten. İşin garibi hafif bir rüzgar, bakışları aynı yere sabitlenmiş gibi yürüyenlerin arasında şımarıkça dolaşmaya başlamış, nereden önüne katıp getirdiğini bilemediğim bir serinlikle, yeni demli bir çayı tazecik simitle sunar gibi, bu sıcak olacağı belli günü katlanır kılmaya heves etmişti. Otobüsü terk eylediğim anda pişman olmam, başıma yürüme işini açtığım için kendime sövüp saymam gerekiyordu ama bu serinlik aklımı başımdan iyice aldı, bi de sebepsiz sevinçler yaydı üstüme başıma. İşi gücü unuttum, ayaklarımın terkisine atladım. Yüksel’e doğru meylettim. Ağaç dallarında kuşlar, dışarıya atılmış küçük masaların yanlarındaki hasır taburelerde simidi çaya, çayı simide katık edenler, dükkanlarının içiyle yetinmeyip sattıklarını dış mekanlara kurulan sergilere asmaya girişenler, bir bankta hafifçe kaykılarak geriye yaslanmış, başının üstüne uzanmaya çalışan dallara gözlerini dikmiş, bir kolunu bankın kimselerin oturmadığı tarafına pervasızca uzatmış, diğerini ayak ayak üstüne attığı bacağına usturupluca bırakmış adam, bir başka bankta sanki kırtasiye sahibi iki alt sokaktaki poğaçacıdan sabah nevalesini almaya yollamış da bunu fırsat bilerek iki dakikalık aylaklık yapmaya yeltenmiş, geleni geçeni yarı aralık ağzıyla dünyanın en ilginç olayı gibi seyreden çocuk, sabahın kimbilir kaçıncı müşterisine bir metrekarelik alanda ellerini kollarını bir üst rafa bir önündeki para biriktirdiği yere sanki o müşterinin ardında bekleyen onlarca müşteri varmış gibi aceleyle hareket ettiren, gün boyu bu aceleciliği aynı enerjiyle yapacağından emin olduğum büfeci, etrafını naylonlarla kapladığı, neredeyse kendi boyundaki, demirden üç tekerlekli seyyar arabaya sağa sola atılmış, bazen bir köşeye yığılmış çöplerden işine yarayacakları sarraf titizliğiyle ayırıp dolduran adam, günün bu saatinin bahşettiği serinliğin gelip geçici heves olduğuna inanıp dükkanının önünü kapağını üç-beş yerinden deldiği pet şişeyle sulayan çantacı, karanfille kesişen köşede, ihtimal son senelerini birlikte okumuş, üniversiteye adım atınca patlamış mısır taneleri gibi her biri bir yana dağılınca unutulmaya yüz tutacak anılarıyla bağıra çağıra gülüşüp duran, tatile girmenin hevesiyle belki de son kez beraber bir şeyler yapma peşinde toplanmış bir grup genç oğlan, sarısını çete lideri yapmış, hangi kapıya çörekleneceklerine karar vermeye çalışan biri tekir biri siyahlı beyazlı alacalı ard arda yürüyen üç kedi, karşı kaldırımda göz ucuyla bu üçlüyü izleyen, kuyruğunun salınımından karın tokluğunu koruduğunu düşündüğüm, binaların gölgesine sığınmış, başını ön ayaklarının arasına yerleştirmiş miskin bir çomar, caddede yukarı-aşağı, caddeyi kesen sokaklara sağa-sola yürüyenler..yürüyenler.. yürüyenler.. İşe geç kalacağım..Kalayım.. Kırtasiyecinin önünde duruyorum-belki az önce banktaki çocuğu poğaça almaya yollayan kırtasiyeci bu- dükkanın önüne dizdiği kutuların içine dosya, krapon, resim kağıtlarını diziyor kırtasiyeci. Renk renk. Renkleri seviyor. “buyurun” diyor. “ne buyurayım” diyorum. “ne isterseniz” diyor. “bilemedim ki” diyorum. “çay-kahve”diye soruyor. Dalga geçmiyor, çok samimi. “orta şekerli” diyorum. Dizme işini bırakıyor, sağına soluna bakınıyor- çocuğu arıyor sonra poğaçacıya gönderdiğini hatırlıyor eminim- küçük hasır tabureyi çekip oturacak yer gösteriyor, kendi bir koşu karşı kafeye gidiyor. İşlerden güçlerden havadan sudan bahis açılıyor. Üç çocuğu var, ikisi evlenmiş biri lisede okuyor. Yıllardır buranın esnafı-biliyorum- rızkını çıkarıyor, şükrediyor. Çocukluğumuzun kokulu silgilerine kadar uzanıyor sohbet.. İşe geç kalıyorum..Kalayım.. Renkli renkli kalemlere gidiyor elim.. “aaa..bi şey almak zorunda hissetmeyin” diyor. “ondan değil”diyorum.. Resim kağıdı, kalemi, kareli renkli dosya kağıtları alıyorum..Bi gün işime yarar elbet.. Hatta bugün..belli mi olur.. “siftah parası” veriyorum, uğurlu gelmesini dileyerek. Acelesiz, ağır ağır işe yollanıyorum, yüzümde gereksiz bi tebessüm.. Geç kaldım.. Olsun.
 U(YKSZ)

2 yorum:

Godsyndrome dedi ki...

Kıskandım önce ama sonra benim yerime gezmiştir müdürcüm dedim :)

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

:)) ehh günaydın.. niye oturup bi çay simit yapmadın, çayı bedavaya getirdin demii :) gelirken resim malzemelerini getir .. belki körfeze karşı ilham gelir çatıda..UYRGZR-.-

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...