Bekleyen derviş ile murad arasındaki ilişki bu kez
gerçekleşmedi. Bekledim ki; uyurgezer gittiği, gördüğü diyeceğim dilim varmıyor
gözdeki problemi henüz geçmedi çünkü, görmeye çalıştığı, görebildiği kadarıyla
fotoğrafladığı yerleri anlatsın, yediği içtiği onun olmakla birlikte bize de
aktarsın, başına gelen bilumum acaiplikleri – kesin en az üç-beş tane olmuştur-
geçen zamanın etkisiyle de; güldürükçü şekilde yazsın çizsin.. Döner
dönmez-belki de gözünün de etkisiyle- hayat gailesine bir daldı, çıkar
çıkarabilirsen.. Gerçi orda burada eğlenip, gezip tozduğuna dair duyumlar
alıyorum, hoşgörmeye çalışıyorum. – görmek fiilini kullanmasam iyi olacak ama kendimi
alamıyorum ( hoş değil)- Neyse.. bloğun bu sahipsizliği içime çok oturdu..
Sabah kalktım, saat erken, hafif serinlik var ama belli ki bu serinliğin öcü
alınacak gün daha öğlene ermeden, belli.. canım sıkıldı tabi. Caddeler ve
beynim pelteleşmeden kendimi işin dört duvarına atayım, orada bunalayım,
depresifleşeceksem iş arkadaşlarıma depresifleşeyim dedim. Serinlikli bir
otobüsün güneş vurmayan tarafındaki camından sokakları, caddeleri, arabaları-
otobüs ile arabalar arasındaki boy farkından dolayı- kafaları hariç
bacaklarının bir kısmını, ellerini, bellerini gördüğüm direksiyon
başındakileri, diğer otobüsleri, otobüslerdeki benden gayrı insanları, ışığın
binalar ve otobüs camı arasında ettiği dansın elverdiği anlarda camdan yansıyan
kendimi seyrede ede yol almaktaydım ki ne dürttüyse dürttü Kızılay’da attım
kendimi otobüsten. İşin garibi hafif bir rüzgar, bakışları aynı yere
sabitlenmiş gibi yürüyenlerin arasında şımarıkça dolaşmaya başlamış, nereden
önüne katıp getirdiğini bilemediğim bir serinlikle, yeni demli bir çayı tazecik
simitle sunar gibi, bu sıcak olacağı belli günü katlanır kılmaya heves etmişti.
Otobüsü terk eylediğim anda pişman olmam, başıma yürüme işini açtığım için
kendime sövüp saymam gerekiyordu ama bu serinlik aklımı başımdan iyice aldı, bi
de sebepsiz sevinçler yaydı üstüme başıma. İşi gücü unuttum, ayaklarımın
terkisine atladım. Yüksel’e doğru meylettim. Ağaç dallarında kuşlar, dışarıya
atılmış küçük masaların yanlarındaki hasır taburelerde simidi çaya, çayı simide
katık edenler, dükkanlarının içiyle yetinmeyip sattıklarını dış mekanlara
kurulan sergilere asmaya girişenler, bir bankta hafifçe kaykılarak geriye
yaslanmış, başının üstüne uzanmaya çalışan dallara gözlerini dikmiş, bir kolunu
bankın kimselerin oturmadığı tarafına pervasızca uzatmış, diğerini ayak ayak
üstüne attığı bacağına usturupluca bırakmış adam, bir başka bankta sanki kırtasiye
sahibi iki alt sokaktaki poğaçacıdan sabah nevalesini almaya yollamış da bunu
fırsat bilerek iki dakikalık aylaklık yapmaya yeltenmiş, geleni geçeni yarı
aralık ağzıyla dünyanın en ilginç olayı gibi seyreden çocuk, sabahın kimbilir
kaçıncı müşterisine bir metrekarelik alanda ellerini kollarını bir üst rafa bir
önündeki para biriktirdiği yere sanki o müşterinin ardında bekleyen onlarca
müşteri varmış gibi aceleyle hareket ettiren, gün boyu bu aceleciliği aynı
enerjiyle yapacağından emin olduğum büfeci, etrafını naylonlarla kapladığı,
neredeyse kendi boyundaki, demirden üç tekerlekli seyyar arabaya sağa sola
atılmış, bazen bir köşeye yığılmış çöplerden işine yarayacakları sarraf
titizliğiyle ayırıp dolduran adam, günün bu saatinin bahşettiği serinliğin
gelip geçici heves olduğuna inanıp dükkanının önünü kapağını üç-beş yerinden
deldiği pet şişeyle sulayan çantacı, karanfille kesişen köşede, ihtimal son
senelerini birlikte okumuş, üniversiteye adım atınca patlamış mısır taneleri
gibi her biri bir yana dağılınca unutulmaya yüz tutacak anılarıyla bağıra
çağıra gülüşüp duran, tatile girmenin hevesiyle belki de son kez beraber bir
şeyler yapma peşinde toplanmış bir grup genç oğlan, sarısını çete lideri
yapmış, hangi kapıya çörekleneceklerine karar vermeye çalışan biri tekir biri
siyahlı beyazlı alacalı ard arda yürüyen üç kedi, karşı kaldırımda göz ucuyla
bu üçlüyü izleyen, kuyruğunun salınımından karın tokluğunu koruduğunu
düşündüğüm, binaların gölgesine sığınmış, başını ön ayaklarının arasına
yerleştirmiş miskin bir çomar, caddede yukarı-aşağı, caddeyi kesen sokaklara
sağa-sola yürüyenler..yürüyenler.. yürüyenler.. İşe geç kalacağım..Kalayım.. Kırtasiyecinin
önünde duruyorum-belki az önce banktaki çocuğu poğaça almaya yollayan
kırtasiyeci bu- dükkanın önüne dizdiği kutuların içine dosya, krapon, resim
kağıtlarını diziyor kırtasiyeci. Renk renk. Renkleri seviyor. “buyurun” diyor. “ne
buyurayım” diyorum. “ne isterseniz” diyor. “bilemedim ki” diyorum. “çay-kahve”diye
soruyor. Dalga geçmiyor, çok samimi. “orta şekerli” diyorum. Dizme işini
bırakıyor, sağına soluna bakınıyor- çocuğu arıyor sonra poğaçacıya gönderdiğini
hatırlıyor eminim- küçük hasır tabureyi çekip oturacak yer gösteriyor, kendi
bir koşu karşı kafeye gidiyor. İşlerden güçlerden havadan sudan bahis açılıyor.
Üç çocuğu var, ikisi evlenmiş biri lisede okuyor. Yıllardır buranın
esnafı-biliyorum- rızkını çıkarıyor, şükrediyor. Çocukluğumuzun kokulu
silgilerine kadar uzanıyor sohbet.. İşe geç kalıyorum..Kalayım.. Renkli renkli
kalemlere gidiyor elim.. “aaa..bi şey almak zorunda hissetmeyin” diyor. “ondan
değil”diyorum.. Resim kağıdı, kalemi, kareli renkli dosya kağıtları
alıyorum..Bi gün işime yarar elbet.. Hatta bugün..belli mi olur.. “siftah
parası” veriyorum, uğurlu gelmesini dileyerek. Acelesiz, ağır ağır işe
yollanıyorum, yüzümde gereksiz bi tebessüm.. Geç kaldım.. Olsun.
U(YKSZ)
2 yorum:
Kıskandım önce ama sonra benim yerime gezmiştir müdürcüm dedim :)
:)) ehh günaydın.. niye oturup bi çay simit yapmadın, çayı bedavaya getirdin demii :) gelirken resim malzemelerini getir .. belki körfeze karşı ilham gelir çatıda..UYRGZR-.-
Yorum Gönder