Notalar kulaklarımda dolanıp, kafa boşluğumda telaşsız,
düzenli birbirini naifçe itip kakarak yola çıkıp, gözlerimde oradan
kirpiklerimde biraz asılı kalıp yere ulaşmayı olabildiğince geciktirmeye
çalışan kar taneleri misali süzülüp kimi boynuma iyice doladığım atkıma, kimi
beremin dışına taşmış saçlarımın uçlarına, kimi iyice cesaretlenip kucağımda
birleştirdiğim parmaklarıma, daha hayalciler; sokaklara taşabilme telaşıyla,
omuz teması yaptığım yanımdaki yolcuya oradan pencereye yolculuk ederken bana
seslendiğini duyamazdım elbette…
* * *
Dışarıda birazdan yağmaktan vazgeçecek karın son taneleri
altında yürüyenler.. durakta bekleyenler..Arada bir görüyorum onları ama daha
çok açık gri bulutun arkasında bulunduğundan emin olduğum güneşe bakıyorum. Bir
iki ışınını zaptedememiş. Saklandığı yerde canı sıkılmış çocuk gibi bulunmayı
istiyor belki de.
Sabah sabah müziğin klasiğine bulaşmamak lazım geldiğini
Radyo-3'te Sabah diye bi programı takıntı yaptığımdan beri biliyorum. İyi
gelmiyor inanın.. Bi vurdumduymazlık, bi hayalperestlik, bi muziplik, bi
haytalık basıyor insanın içini..Belki biraz da edepsizlik.. Soğukmuş, ayazmış,
doğal gaz almak lazımmış, evde yoğurt kalmamışmış, ekmek bayatmış, paçama çamur
bulaşmışmış, eldivenimi unutmuşummuş, orta kapı açılmamışmış, yanımda oturanın
bu durakta inmesi lazımmış..Pehh..
Bu kadarla kalsa iyi..
Kaldırımda bir rüzgar çıksa uçacakmışçasına incecik bir
kızcağız şapkasından botlarına kadar pembelere bürünüyor her adım atışında
mesela. Otobüsün camına sürtecek kadar dallarını yaklaştıran ağaç otobüse
değdiği yerden çiçeğe duruveriyor ya da.. Camları tozlanmış, gri soluk-her
duvarında örümcek ağları muhtemel- bi bina temelinden çatısına sarılar,
yeşiller, maviler, morlara bürünüyor, yetmiyor camlarından insanlar el
sallamaya başlayıveriyor.
Bu kadarla kalsa iyi..
Mesela saçları hafif dalgalı, dudakları bilmişlikle
müstehzilik arasında kıvrımlı, bakışları ilgini çekebilecek kadar ilgisiz-daha
fazla değil-birini oturtabiliyor karşına bu notalar.. Kaşları burun çizgisinden
güzel bir kavisle şakak bölgesine doğru ilerliyor, ordan olabilecek en uygun
açıyla aşağıya inip koyu kahverengi; dudakların sadece müstehziliğini almış,
gözleri çerçeveleyebiliyor. Sanıyorsun ki ortaokulda bir müzik dergisinde
gördüğün siyah beyaz fotoğraf canlanmış, gelmiş karşına oturmuş. Kemanı zarifçe
çenesinin altına yerleştirmiş dalgalı saçlı, güzel kaşlı, azıcık mahzun hatta
mahçup çokça tutkulu bakışlı-gençliğinden belki- fotoğrafı kesip yıllarca
kitapların, defterlerin arasında saklamıştım. “geleceğin umut vaad eden keman
sanatçısı” diyordu fotoğrafın altında. Bir Ankara otobüsünde karşımda
oturduğuna göre vaatleri boşa çıkarmış, sakarya’daki durakta indiğine göre dershanenin
birinde matematik öğreten bi adama dönüşmüş olabilir miydi? Müzikten matematiğe
geçebilir. Buna ikna olabilir. Yine de umduğunu bulamamışlık arıyorum
yürüyüşünde, yok..İnmeden ellerine de bakmıştım, parmaklarına..müziğin
titreşimlerini hissetmesi gerekenlerin bıkkın, vazgeçmiş hali yerine güçlü,
sıkı, pişmansız tutuyor kapının yanındaki metali. Metale –hele nikelajlı- dokunmaktan
sakınmıyor. Ben hiç sevmem. Pas tadı
bulaşır dilime, damağıma. Soğuk bi koku burnumun direğinde. Üstüme başıma
siner, çıkmaz saatlerce. İlla metal olacaksa bi şey siyah, olmadı beyazla
kaplanmalı mutlaka. O tatsız, kokusuz tutuyor..Oracıkta ruhsuzlaşıyor gözümde..
Benzersizliği kalmıyor.. Fark ediyorum ki müzik bitmiş. Kar durmuş. Ağaçlar
kurumuş. Bi tek yapraklar renk ahenk..
U(YKSZ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder