Pis bir gündü
Abidin. Ne idüğü belirsiz.
(idük ne güzel bi
kelime. anlamını bilen beri gelsin)
Sen yine
resimlerden resim beğendirmeye gitmiştin ihtimal. Tam senin havandı.
Yeryüzündeki sular seller gökyüzünün mavisine boyanmıştı..nebatat çiçeğe durmaya
kandırılmıştı..kuşlar cilveleşmeye başlamıştı.. başım ağrılara doymuyordu..
migrenimi seviyordum. Migren demeyi sevmiyorum ama. Daha afili bi ismi olsaydı
keşke.. O virüs koruma programı gibi bi şey mesela..kaspersky..ne diyorduk? ha
pis bi gün..
Pis bi güne uyanmak
gibisi yoktur Abidin. Ağırlaşırsın..elinde kolunda binlerce tonluk gülleler
taşırsın. böyle bi güne uyanmak güç katar mutsuzluğuna. Sen de
pisleşirsin. Gözbebeklerinde kesif uyuşturucu kokusu..diline sessiz harfler
tebelleş.. beynine dolular yağarken, dışarısı yanmaya yüz tutmuş şehir
çöplüğü.. başıboş köpeklerin hiçbiri sevimli değil.. aç, korkak, selametsiz..
kediler canhıraş çıglıklara gebe..kuşlar mahalle dedikodusu
şakıyorlar..saksağanlar bile çirkeflikler peşinde..bile diyorum, saksağanları
severim bilirsin. saatlerce seyre dalabilirim azizliklerini..ama dedim ya pis
gün.. şarkıların hepsi si bemol (Haydn kusura bakmasın.. sözüm 98. senfoniden
dışarı)
Pis günün güzel
AN'ı olur mu diye sorarsan kızmam. gereksiz sorulara böyle günde prensip olarak
kızmıyorum, hatta pis günü katmerlediği için müteşekkir bile oluyorum..ki bu
gereksiz bir soru da değil..cevabını bilmiyorsun.. hoş bilsen de sessizlik
doldurma çabanı takdir edebilirim günün hatırına. Olur. (sormuş olduğunu
varsaydığımız sorunun cevabı) Yeniden uykulara gark olduğun andır,
cancağızım.. hele bi de rüyada uyuduğunu, O uykunun rüyasını da
görürsen..rüyada uyuduğunu görmenin "gaflete düşmek, tembelliğe gark
olmak" gibi olumsuzluklarla nitelendirildiğini söyleseler de inanma
Abidin. Bizzat denedim, mütalaa ettim. Bu nahoş yakıştırmalar rüyasında
çay-kahve içip uyuyamıyorum diye dert yananların uydurması sevgili kardeşim.
Beceriksizliklerini yüceltme merakı.
Öte yandan migrenin
en güzel anı da O'dur, azizim. Böyle ağrının sol yarım kürenden (başımızdan söz
ediyorum, lütfen!!) kaşının üstüne doğru çöreklenmeye başladığı, o mevkiide
mayalanmak için can attığı sırada zifir tabir edilen bir karanlık köşe bulup, sound
of silence mertebesine ulaşabilirsen uyursun; ki o uyku, bilimum uyku sever
fantazi yaratıkların (vampirler, prensesler, ejderhalar, kıtmir vb) ağızlarının
suyunu akıtacak, imrenmelerden imrenme beğendirecek, hatta bir kısım mahlukatı
da kıskançlık bulutuna sarmalayıp uykularından edebilecek bir uykudur. Ben de
uyudum Abidin. Katmerli uykulardan biri oldu anlayacağın. Gün, pis.. Baş,
migrenli. "uyku gelmiş bedene kalk git dede evine" tekerlemesi
kulaklarımdaydı en son hatırladığım; ki sevgili anneanneciğimin sık
tekrarladığı bi şey olmasından mütevellit galiz içeriğe sahip olduğundan
kuşkulandığım bir tekerlemedir. Müstesna naifliğimin menşeini her daim merak
etmişimdir. (yeri gelmişken belirteyim sülalemizde soyun, sopun, genin aklınıza
gelebilecek ve bireye geçebilecek her ne var ise kadından geçtiği ilmi
araştırmalar neticesinde kanıtlanmış, İsviçreli bilim adamlarının bile ağzı iki
karış açık kalmıştır)
katmerli uykumun en
güzel yeri; tahmin edebileceğin gibi, mavi atlastan yapılmış yorganın, çırpıldıktan
sonra havalansın diye dükkanın önüne serilmiş pamuklarının üstüne kıvrılıp
uyumaya başladığım andı. yine tahmin ettiğin üzre, yorgancı dükkanının önünden
geçiyordum bittabi..Vakit eski vakitlermiş, ne hikmetse..Öyle hazır yorganların
olmadığı devirler. Yorgancıların paraya para demediği, Napolyon'un ise diline
doladığı devirler. Hallaç ile herc-ü merc edilmiş, şişmiş pamuklara bulut
niyetine bakmış olmalıyım. Bulut üstü yürümek, uzanmak her insan evladının
yegane dileğidir cancağızım, kime istersen sor. Öyle her on kişiden sekizi
hikayesi de değildir, on da on.. garanti.
Neyse.. pamuk üstü
uykumda gittikçe yokuşlaşan bir sokakta yürüyorum, iki yanda kilim desenli dış
duvarlarıyla ucube apartmanlar. Günümüzde geçiyor bu rüya, geçmiş zamanda
olduğumu gördüğüm rüyamın tersine. Bi bakıyorum, onca heyulanın arasında bir
limon ağacı gözüme çarpıyor önce..üstünde dalından çok limon var sanki.
yeşilden çok sarı tutmuş dalları. Ona hayret ederken, dibinde bittiği duvarı,
duvarın oluşturduğu kulübeyi görüyorum, metruk. Kapısı, pencereleri gibi
eğreti.. Dokunsan düşecek ya dışarı, ya içeri..yolu-izi bırakıp dokunuyorum.
Düşmüyor, hatta ince, tek bir gıcırtıyla menteşelerinin elverdiğince dönüyor,
açılıyor, karşı pencereden giren ışık huzmesinde sislenmiş, puslanmış bir
odaya. Odanın içinde sandıklar, üstüste, yanyana..pencerenin önünde bir sedir,
sırtlığında örgü yastıklar..sedirin köşesinde sarı, sapsarı bir
kedi..uyukluyor; benim gibi. kedinin tam karşısında geniş, kare bir
sehpa..sehpanın üstünde koca bir ayna..aynanın sırrında bir yaşlı adam..saçları
bembeyaz, burun kemiğinde yuvarlak camlı gözlük..adam, pencereden giren ışık
yüzünden her an silinip gidecekmiş gibi duruyor. kapının gıcırtısına dönüp
bakmıyor ne adam ne kedi..bende bekleniyor muşum hissi, tedirginim. bir adımla
içeri mi gireyim, dışarı mı çıkayım..mütereddidim. "gel bak" diyor,
yaşlı adam, yine bakmadan. sesi buyurgan değil, kırılgan. kırılganlığı ne
benden, ne kediden. çok geçmişten. o sebepten, sırf o sebepten yaklaşıyorum
aynaya.. ayna dediğin sırdır, seni yansıtır.. bakıyorum..yaşlı adamı, uzattığım
başımı göreceğim sanıyorum..aynada milyonlarca kum tanesi..dönüyor, çölde
fırtına misali..biraraya geliyor..bir kalbe bürünüyor..aynada taştan bir kalp
oluyor. sesim çıkmıyor, çıkmaya da yeltenmiyor. "hayat sarmaldır"
diyor yaşlı adam, "sarmaldan çıkmaya çalışma, beyhude harcarsın
zamanı" diye devam ediyor. Sonra uzatıyor elini, ayna iki boyuttan üç
boyuta geçiyor, kalp de öyle.. kalbi alıyor, elimi tutuyor, avucumun içine koyuyor.
"senin dünyan bunun içinde" diyor. ben öyle aval aval bakar iken,
hatta ömrümün sonuna kadar avallaşacağım sanır iken yaşlı adam son kez
konuşuyor; çünkü konuştuktan sonra; pencereden giren ışık yüzünden sandığım
şekilde, tozlaşmaya, tozlaştıkça silinip gitmeye koyuluyor..son sözü,
"hoşçakal" olmuyor, "uyan" oluyor.
Uyanıyorum Abidin.
Uyanırken sanki göktaşlarının arasından geçiyorum, kuyrukluyıldız tozlarına
bulanıyorum..Ölürken film şeridi gibi geçer hayat derler ya, uyanırken film
şeridi gibi geçiyor kainat. İçiçe koyulmuş kaseler misali uyuduğum iki uykumdan
da peşpeşe uyanıyorum..Sırayla.. İkinci rüyamdan yorgancının pamukları üstünde
uyanıyorum, yorgancı başıma dikilmiş, O yaşlı adam.. "uyan" diyor
sesi duyulmadan, dudaklarının arasından.. O uykudan da yastığı yorganı derdest
etmiş, üstüne tünemiş halde uyanıyorum. Uyanacak rüya kaldı mı diye etrafa
bakınmadan edemiyorum. Emin olmak için kendimi çimdikliyorum, yüzyıllardır rüya
görmediğine kendini inandırmaya çalışanların yaptıklarını iddia ettikleri
gibi.
Oh. başın ağrısı
geçmiş, yetmemiş güneş de bulutun arasına iyice saklanmış. Rahatlıyorum.. bi
şarkı tutturayım, hatta şerefine bi kadeh de.....düşüncelerim, şaşırmış
insanların laflarının dilinde kalması gibi donuyor Abidin. Yatağımın başucunda
taştan bir kalp duruyor.
U(YKSZ)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder