Şubat 20, 2014

namütenahi

Pis bir gündü Abidin. Ne idüğü belirsiz.
(idük ne güzel bi kelime. anlamını bilen beri gelsin)
Sen yine resimlerden resim beğendirmeye gitmiştin ihtimal. Tam senin havandı. Yeryüzündeki sular seller gökyüzünün mavisine boyanmıştı..nebatat çiçeğe durmaya kandırılmıştı..kuşlar cilveleşmeye başlamıştı.. başım ağrılara doymuyordu.. migrenimi seviyordum. Migren demeyi sevmiyorum ama. Daha afili bi ismi olsaydı keşke.. O virüs koruma programı gibi bi şey mesela..kaspersky..ne diyorduk? ha pis bi gün..

Pis bi güne uyanmak gibisi yoktur Abidin. Ağırlaşırsın..elinde kolunda binlerce tonluk gülleler taşırsın.  böyle bi güne uyanmak güç katar mutsuzluğuna. Sen de pisleşirsin. Gözbebeklerinde kesif uyuşturucu kokusu..diline sessiz harfler tebelleş.. beynine dolular yağarken, dışarısı yanmaya yüz tutmuş şehir çöplüğü.. başıboş köpeklerin hiçbiri sevimli değil.. aç, korkak, selametsiz.. kediler canhıraş çıglıklara gebe..kuşlar mahalle dedikodusu şakıyorlar..saksağanlar bile çirkeflikler peşinde..bile diyorum, saksağanları severim bilirsin. saatlerce seyre dalabilirim azizliklerini..ama dedim ya pis gün.. şarkıların hepsi si bemol (Haydn kusura bakmasın.. sözüm 98. senfoniden dışarı)

Pis günün güzel AN'ı olur mu diye sorarsan kızmam. gereksiz sorulara böyle günde prensip olarak kızmıyorum, hatta pis günü katmerlediği için müteşekkir bile oluyorum..ki bu gereksiz bir soru da değil..cevabını bilmiyorsun.. hoş bilsen de sessizlik doldurma çabanı takdir edebilirim günün hatırına.  Olur. (sormuş olduğunu varsaydığımız sorunun cevabı)  Yeniden uykulara gark olduğun andır, cancağızım.. hele bi de rüyada uyuduğunu, O uykunun rüyasını da görürsen..rüyada uyuduğunu görmenin "gaflete düşmek, tembelliğe gark olmak" gibi olumsuzluklarla nitelendirildiğini söyleseler de inanma Abidin. Bizzat denedim, mütalaa ettim. Bu nahoş yakıştırmalar rüyasında çay-kahve içip uyuyamıyorum diye dert yananların uydurması sevgili kardeşim. Beceriksizliklerini yüceltme merakı. 

Öte yandan migrenin en güzel anı da O'dur, azizim. Böyle ağrının sol yarım kürenden (başımızdan söz ediyorum, lütfen!!) kaşının üstüne doğru çöreklenmeye başladığı, o mevkiide mayalanmak için can attığı sırada zifir tabir edilen bir karanlık köşe bulup, sound of silence mertebesine ulaşabilirsen uyursun; ki o uyku, bilimum uyku sever fantazi yaratıkların (vampirler, prensesler, ejderhalar, kıtmir vb) ağızlarının suyunu akıtacak, imrenmelerden imrenme beğendirecek, hatta bir kısım mahlukatı da kıskançlık bulutuna sarmalayıp uykularından edebilecek bir uykudur. Ben de uyudum Abidin. Katmerli uykulardan biri oldu anlayacağın. Gün, pis.. Baş, migrenli. "uyku gelmiş bedene kalk git dede evine" tekerlemesi kulaklarımdaydı en son hatırladığım; ki sevgili anneanneciğimin sık tekrarladığı bi şey olmasından mütevellit galiz içeriğe sahip olduğundan kuşkulandığım bir tekerlemedir. Müstesna naifliğimin menşeini her daim merak etmişimdir. (yeri gelmişken belirteyim sülalemizde soyun, sopun, genin aklınıza gelebilecek ve bireye geçebilecek her ne var ise kadından geçtiği ilmi araştırmalar neticesinde kanıtlanmış, İsviçreli bilim adamlarının bile ağzı iki karış açık kalmıştır) 
katmerli uykumun en güzel yeri; tahmin edebileceğin gibi, mavi atlastan yapılmış yorganın, çırpıldıktan sonra havalansın diye dükkanın önüne serilmiş pamuklarının üstüne kıvrılıp uyumaya başladığım andı. yine tahmin ettiğin üzre, yorgancı dükkanının önünden geçiyordum bittabi..Vakit eski vakitlermiş, ne hikmetse..Öyle hazır yorganların olmadığı devirler. Yorgancıların paraya para demediği, Napolyon'un ise diline doladığı devirler. Hallaç ile herc-ü merc edilmiş, şişmiş pamuklara bulut niyetine bakmış olmalıyım. Bulut üstü yürümek, uzanmak her insan evladının yegane dileğidir cancağızım, kime istersen sor. Öyle her on kişiden sekizi hikayesi de değildir, on da on.. garanti. 

Neyse.. pamuk üstü uykumda gittikçe yokuşlaşan bir sokakta yürüyorum, iki yanda kilim desenli dış duvarlarıyla ucube apartmanlar. Günümüzde geçiyor bu rüya, geçmiş zamanda olduğumu gördüğüm rüyamın tersine. Bi bakıyorum, onca heyulanın arasında bir limon ağacı gözüme çarpıyor önce..üstünde dalından çok limon var sanki. yeşilden çok sarı tutmuş dalları. Ona hayret ederken, dibinde bittiği duvarı, duvarın oluşturduğu kulübeyi görüyorum, metruk. Kapısı, pencereleri gibi eğreti.. Dokunsan düşecek ya dışarı, ya içeri..yolu-izi bırakıp dokunuyorum. Düşmüyor, hatta ince, tek bir gıcırtıyla menteşelerinin elverdiğince dönüyor, açılıyor, karşı pencereden giren ışık huzmesinde sislenmiş, puslanmış bir odaya. Odanın içinde sandıklar, üstüste, yanyana..pencerenin önünde bir sedir, sırtlığında örgü yastıklar..sedirin köşesinde sarı, sapsarı bir kedi..uyukluyor; benim gibi. kedinin tam karşısında geniş, kare bir sehpa..sehpanın üstünde koca bir ayna..aynanın sırrında bir yaşlı adam..saçları bembeyaz, burun kemiğinde yuvarlak camlı gözlük..adam, pencereden giren ışık yüzünden her an silinip gidecekmiş gibi duruyor. kapının gıcırtısına dönüp bakmıyor ne adam ne kedi..bende bekleniyor muşum hissi, tedirginim. bir adımla içeri mi gireyim, dışarı mı çıkayım..mütereddidim. "gel bak" diyor, yaşlı adam, yine bakmadan. sesi buyurgan değil, kırılgan. kırılganlığı ne benden, ne kediden. çok geçmişten. o sebepten, sırf o sebepten yaklaşıyorum aynaya.. ayna dediğin sırdır, seni yansıtır.. bakıyorum..yaşlı adamı, uzattığım başımı göreceğim sanıyorum..aynada milyonlarca kum tanesi..dönüyor, çölde fırtına misali..biraraya geliyor..bir kalbe bürünüyor..aynada taştan bir kalp oluyor. sesim çıkmıyor, çıkmaya da yeltenmiyor. "hayat sarmaldır" diyor yaşlı adam, "sarmaldan çıkmaya çalışma, beyhude harcarsın zamanı" diye devam ediyor. Sonra uzatıyor elini, ayna iki boyuttan üç boyuta geçiyor, kalp de öyle.. kalbi alıyor, elimi tutuyor, avucumun içine koyuyor. "senin dünyan bunun içinde" diyor. ben öyle aval aval bakar iken, hatta ömrümün sonuna kadar avallaşacağım sanır iken yaşlı adam son kez konuşuyor; çünkü konuştuktan sonra; pencereden giren ışık yüzünden sandığım şekilde, tozlaşmaya, tozlaştıkça silinip gitmeye koyuluyor..son sözü, "hoşçakal" olmuyor, "uyan" oluyor. 
Uyanıyorum Abidin. Uyanırken sanki göktaşlarının arasından geçiyorum, kuyrukluyıldız tozlarına bulanıyorum..Ölürken film şeridi gibi geçer hayat derler ya, uyanırken film şeridi gibi geçiyor kainat. İçiçe koyulmuş kaseler misali uyuduğum iki uykumdan da peşpeşe uyanıyorum..Sırayla.. İkinci rüyamdan yorgancının pamukları üstünde uyanıyorum, yorgancı başıma dikilmiş, O yaşlı adam.. "uyan" diyor sesi duyulmadan, dudaklarının arasından.. O uykudan da yastığı yorganı derdest etmiş, üstüne tünemiş halde uyanıyorum. Uyanacak rüya kaldı mı diye etrafa bakınmadan edemiyorum. Emin olmak için kendimi çimdikliyorum, yüzyıllardır rüya görmediğine kendini inandırmaya çalışanların yaptıklarını iddia ettikleri gibi. 
Oh. başın ağrısı geçmiş, yetmemiş güneş de bulutun arasına iyice saklanmış. Rahatlıyorum.. bi şarkı tutturayım, hatta şerefine bi kadeh de.....düşüncelerim, şaşırmış insanların laflarının dilinde kalması gibi donuyor Abidin. Yatağımın başucunda taştan bir kalp duruyor. 
U(YKSZ) 


Hiç yorum yok:

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...