Haziran 15, 2011

Floransa / Fienze


Yaklaşık üç buçuk gündür Roma’ daydık ve artık pek çok yeri haritaya bakmadan bulacak durumdaydık, otobüslerde ve çoğunlukla metroda hakkını vererek kullandığımız üç günlük roma pass süremiz bitmişti ve biz dahiyane bir şekilde dördüncü günümüzde Floransa’ya gitmeyi planlamıştık.. birinci günümüzde süper mario’nun da katkılarıyla ayarladığımız tur saat 07.00 de Termini’ ye 10 dakikalık yürüme mesafesinden hareket edecekti.. yani otelimize de 20 dakikalık bir mesafe demekti..bu nedenle saat 6 da kalkıp 6.30 gibi yola düşsek 7 deki tur otobüsümüze rahatlıkla yürüyerek yetişebiliriz diye düşündük, saatler sabah 6 ya ayarlandı, hedefte Floransa olması nedeniyle kimse mızmızlık etmedi ve Roma’ daki en erken kalkışımızı yaptık.. kıyafetler yine her türlü hava şartı yağmur/güneş düşünülerek ayarlandı.. ben artık ayağımı dert etmiyordum çünkü yanıma aldığım üç ayakkabıdan üçüde rahatsızlıkta birbiriyle yarışır olduğundan fark etmiyordu.. ayaklarım artık başına geleceği bildiklerinden “çek babam çek bakalım ne zaman bitecek bu eziyet” diye bi şarkı tutturmuşlardı.. geceleri rüyamda evde bıraktığım adidaslarımı görüyordum ama teselli olamıyordum.. yanımıza sabah kahvaltısı için mutfakta hazırladığımız sandviçlerimizi, kurabiyelerimiz de alıp, uykulu ama halimizden yakınmadan hazırlanıp yaklaşık 20 dakikalık bir yürüyüş sonrasında tur otobüsümüze bindik.. otobüs oldukça doluydu.. birkaç noktadan daha birilerini aldıktan sonra Roma’ nın dışına çıktık muhteşem Toskana vadisi manzaraları eşliğinde Floransa’ ya doğru yol almaya başladık.. üç saatlik bir yolumuz vardı.. yol boyunca yemyeşil bir doğa, tepeler, düzlükler, üzüm bağları, tepelerin üzerinde eski ve küçük köyler, kaleler görmeye başladığımızda aslında arabayla bu köylere uğrayarak gitsek her birini görsek şaraplarından tada tada gezsek diye düşünmemek elde olan bişey değil.. hareket halindeki otobüsten fotoğraf cekmeye çalıştık ama tabii ki sonuç pek bi fena.. bu arada tur rehberimiz Ala ( L’ yumuşatarak okunuyo) otobüsteki turist portföyüne göre belirlediği ingilizce, fransızca ve ispanyolca olarak açıklamalar yaparak bilgiler veriyor önemli bir yerden geçerken.. biz etrafımızı büyülene büyülene seyrederken mola noktasına gelindiğinde herkes kahveeeeee diyerekten otobüsten attı kendini ama giriş yazan yerden girdiğinizde önce zeytin, peynir, şarap çeşitleri, hediyelik bilimum zerzevat ve hırdavatlardan oluşan ve sizi peynire ulaşmaya çalışan fare hissiyatına kaptıran bir satış-sergi bölümünün aşılması gerektiğini gördü.. buradan çıkarılması gereken ders : böyle bir yere geldiğinizde giriş yazan yerden değil çıkış yazan yerden girip kahvenize bir an önce kavuşun.. aaahhh bu halden anlamaz turizmciler.. işte bir turla gelmeyi tercih etmeyişimizin sebepleri.. ama napalım gezimizin Floransa kısmını tur ile yapmak durumunda kaldık.. katlanacaz bi günlük diye söylenirken bir yandan da yüzümüzü buruşturmamıza neden olan bir iki zeytin peynir çeşidi deneyip, madem öyle işte böyle diyerek sabah çayını/ kahvesini içmeden çakır keyif olmamıza neden olacak derece şarap tadıyoruz.. en sonunda kahve ve sandviçlerimizi yiyip oradan uzaklaşıyoruz.. yine güzelim yeşil, dere tepe düzlük, üzüm bağları kombinasyonu manzaralar, sevimli küçük köyler geçerek, yolda Tivoli, Siena ve Pisa tabelalarını gördüğümüzde iç çekerek Floransa’ya ulaşıyoruz..

ilk duraklama yeri şehri tepeden gören bir manzara noktası, burası sırf turistler için yapıldığı belli olan meydan, meydanda kötü bir david heykeli kopyası, ama şehir manzarası çok güzel, bir sürü tur otobüsü gelmiş klasik görüntü ise herkesin elinde bir fotoğraf makinesi şehri görüntülemekteyiz.. meydandaki satış büfelerinde pinokyo kuklaları çoğunlukta.. dayanamayıp biz de alıyoruz birer tane pinokyo.. gelen harley davison motosikletli grup ortalığı şenlendiriyor birden ve biz fotoğraflarımızı çekmiş, pinokyolarımızı almış bir vaziyette biniyoruz otobüse.

şehrin içine girdiğimizde hangi sokağa baksak hangi binaya baksak hepsi bir ayrı güzel.. merkezde iniyoruz ve rehberimiz Ala Floransa’ da bizi gezdirecek olan bir başka rehbere, Roberto’ ya devrediyor ve ortadan kayboluyor..
uzun kıvırcık saçlı, küpeli, yuvarlak gözlüklü hoş biri ve ses tonu kulaklıktan pek bi hoş geliyor.. cır cır hatun sesi dinlemekten fenalaştığımdan ben pek bi memnun sırıtaraktan takılyoruz peşine.. oh be iyi ki turla gelmişiz dimi ama.. daha önce bi ön koltukta oturan ispanyolu keserken şimdi Roberto geldi ispanyolu unuttum ben.. İngilizce anlatırken dinledikten sonra fransızca ve ispanyolcalarını da dinliyorum pek bi seksi geliyo napalım..

Roberto bizi ilk olarak accademia galerisine götürüyor.. orada efsanevi Michelangelo’nun efsanevi David heykelinin orijinalini görücez.. girişte sıkı sıkı tembih ediyor fotoğraf çekmek kesinlikle yasakmış ta yok efendim bi fotoğraf çekeni görürlerse tesbit ederlerse kendisine ceza gelirmişte, bir daha rehberlik yapması engellenirmişte felan, daha sonra aslına uygun yapılan bir kopyasını piazza signoria da görecekmişiz orda istediğimiz kadar çekermişiz, tamam canım sen iste biz çekmeyiz fotoğraf filan.. derken girdik içeri aman neymiş bu üstüne titrenilen David bi görelim derken hakkını vermek lazım büyüleyici bi heykel bakmaya doyamadık vesselam, eksik parmağı, muhteşem duruş, vücut oranları, muhteşem bi şey yapmışsın Michelangelo derken heykelin arkasına dolanıp uzun uzun David’in poposunu inceledim aklıma kazıdım, niye derseniz aynısından görürsem kaçırmayacam ondan neden olcak alla alla.. sonra dedim ki kendi kendime aslının aynı olanın poposunun fotoğrafını çekicem bütün hatunlara hizmet olsun diye blogda yayınlayacam.. face te yayınlayacam.. yani nasıl bişey olsa mükemmel orantı oluyo bunu bilmek lazım.. bilmeden ölmemek lazım.. ben gördüm ama görmeyenler var yazıktır hemcinslerime.. eğer mermer olsaydım Michelangelo’nun David heykelini oyduğu mermer olmak isterdim.. gibi düşünceler içindeyim(yiz), daha fazla anlatıcam ama erkeklerin hışmından çekinmeye başladım.. kıskanclıklarından çatlama noktasına gelebilirler.. neyse güç bela ayrılıyoruz heykelden kopyasının resmini çekicez nasıl olsa tesellisiyle.. galeriden ayrılıp dar bi sokaktan bir meydana çıkıyoruz..


 ve meydanda muhteşem görüntüsüyle, 384 basamakla çıkılan Santa Maria Del Fiore Katedrali karşılıyor bizi, geniş açı bir objektifimiz olmadığı için bir kez daha kınıyoruz kendimizi, çünkü meydanın neresine gidersek gidelim tek bir kareye değil tamamını sığdırmak yarısını bile sığdırmak mümkün olmuyor, parça pinçik çekiyoruz katedrali, içini dışını her biyerini, içerde bir de mum yakmaktan kusur kalmıyorum, ne dilediğimi sormayın.. (:



bir gün önceki Vatikan merdivenlerinden sonra aklımızdan bile geçirmiyoruz 384 basamaklı kubbeye tırmanmayı.. güzel güzel çekiyoruz resimlerimizi..
katedralin karşısında parıl parıl parlayan bronzdan yapılmış cennetin kapısı var, kapıyı yapanlar kendi kafalarını da yapmışlar kapı tokmağı gibi duruyorlar üzerinde ..



..derken yine Roberto’nun peşine takılıyoruz, dar sokaklar, taş binalar, kemerler, kapılar,meydancıklar, heykeller derken fotoğraf çekerek piazza della signoria’ ya geliyoruz..


....büyükçe bir meydan etrafı heykellerle dolu, orta yerde atlı faytonlar var, heykellerin arasında David ‘i görüyoruz hemen yanına gidiyoruz fotoğraf makinelerimiz hazır vaziyette ama heykeli görür görmez benim surat asılıyo.. neden mi ? çünkü heykelin arkasına dolanıp poposunun fotoğrafını çekmek imkansız.. öyle bir yerleştirmişler ki ön tarafına bir duvar çekmişler ve oldukça da yüksekte zaten bi çok yere çıkmayı denedim ama en fazla yandan çekebiliyosun, istediğim açıyı yakalamak imkansız.. o yüzden de elimde olmayan nedenlerle buraya resim koyamadığımdan özellikle hatunlardan özür diliyorum.. yapacak bişey yok gidip göreceksiniz artık.. ayrıca da belirtmem lazım benim naçizane fikrim, kesinlikle birebir kopyası değil, aslı çok daha güzeldi.. ne de olsa Michelangelo’ nun elinden çıkmış.. işte meydandaki kopyasından çekebildiğim david resimleri, benden bukadar -.-


 

piazza del signoria da bulunan bütün heykelleri resmediyoruz.. tabii ki ben burada sadece heykel değil capcanlı olanlarıda kaçırmıyorum, gördükçe basıyorum deklanşöre, hep taş çek nereye kadar birazda taş gibileri çekelim değil mi ama.. burası İtalya, üstelik Floransa, değerlendirmek lazım diyip elimden gelen gayreti gösteriyorum, bu arada bizim İngiliz sisterla uykusuz tarafından bi takım damgalar!! yemeyi de göze alarak..













..burada heykel resimleri var şimdilik ama gezi notlarımız bittiğinde hatun kısmısı için bir iyilik yapıp italyadan taş gibiler koleksiyonumdan bir derleme yapacağım burada.. biline.. şimdilik bir anekdotla geçiştireyim İtalyan yakışıklıları söylentisi bir şehir efsanesinden ibaret değil.. bir gerçek.. gittim, gördüm yazıyom ..

...geziye dönüyoruz.. meydanda Roberto dan ayrılıyoruz, üzülmüyoruz çünkü etrafta tesellisi çok.. (: ilk rehberimiz Ala çıkıyor gene ortaya, serbest zaman veriyor bir saat ve buluşma noktası gösteriliyor..

..sonunda bir Floransa haritası veriliyor elimize, bizim 1 saat için tercih ettiğimiz nokta tabii ki ponte vecchio oluyor, haritadan istikameti belirleyip, yine dar sokaklarla birbirine bağlanan küçük meydancıklardan geçerek ulaşıyoruz 14.yüzyıldan kalma ponte vecchio ya....




























... ve tabii ki hayran kalıyoruz, köprü kalabalık, üzerinden geçenler, fotoğraf çekenler, sereserpe yayılmış oturanlar, kalabalığın içine karışıyoruz, bir yandan fotoğraflayıp seyrederek tadını çıkarıyoruz, tam köprünün orta yerinde gezimiz boyunca rastladıklarımız arasında en en en yakışıklı olan bu dünyadan olduğuna şüphe duyduğumuz yaratığı görüyoruz.. ..üçümüzün ortak fikri en en en yakışıklı olduğu.. yanındaki hatuna bakıp burun kıvırıyoruz.. ne yazık ki bakmaktan fotoğrafını çekemiyoruz.. neyse köprüye dönelim.. üzerinde binalar olan bu köprünün her iki yanında kuyumcu dükkanları yer almakta, altına pek ilgi duymadığımızdan incilerin olduğu bir iki vitrini inceliyoruz..


...uykusuz köprünün karşı tarafında şarap satan dükkanların olduğunu okumuş bi yerlerden almadan gitmeyelim diyor.. karşıya geçiyoruz ve uffizi müzesi levhasını görünce zamanımız olmadığına üzülüp, bir şarap dükkanına giriyoruz.. hepimize çok çok sempatik gelen bayan tezgahtar karşılıyor İtalyan aksanıyla konustuğu İngilizce pek güzel geliyor bize..
yanında peynirle bir çok şarap tattırıyor ve yine biz çakır keyif vaziyetteyiz....






....tabii ki beğendiğimiz şaraplardan birer ikişer şişe alıyoruz.. köprüden tekrar geçip buluşma noktasına giderken hafif sallanaraktan sırıtan suratlarla ilerliyoruz.. ama doyamadık köprüye.. bir de gecesini yaşamak vardı filan diyip son kez fotoğraflarını çekiyoruz..


..eski, yaşlı ama güzel köprüyü, güzel insanlardan oluşan capcanlı kalabalığı, şarapları, kuyumcuları, mis gibi dondurma kokuları eşliğinde sevdiğinden ayrılır gibi dönüp dönüp arkamıza bakarak ara sokaklara dalıyoruz .. signoria meydanında buluşma noktasına gidip, herkes toplandıktan sonra da otobuse biniyoruz.. uykusuz un “uffizi yi gezemedik, Galileo’ nun mezarını göremedik.. ” serzenişlerine boynumuzu bükerek, bir ayrılık hüznü ile birlikte yine o güzelim toscana vadisi manzaraları eşliğinde bir yandan Roma yı yaklaştırıyoruz kendimize, bir yandan akşamı indiriyoruz üzerimize..



Arrivederçi Floransa.. UYRGZR-.-

1 yorum:

UYKUSUZ// UYURGEZER dedi ki...

ellerine sağlık Uyurgezer'im pek güzel olmuş.
U(YKSZ)

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...