Ağustos 11, 2015

MeFkÛrE

Akşam güneşi bulut öbeklerine günden aldığı ödünç renkleri bırakırken, koyu yeşil brokar desenli perdelerin ağırlığı çökmüştü gözlerine Mefkûre Meliha Hanımın. Bir fincan kahve bir elmalı çörekten oluşan sabah kahvaltısından beri pencere önüne konuşlandırdığı pembe berjerde oturuyordu ve hiç canı sıkılmıyordu. 
Doyasıya canı sıkıldığı günler olmuştu. Bilirdi yani can sıkıntısı ne demek. Dudağının kenarında namütenahi duran tebessümün bir parçası bu günleri hatırlamasındandı. 

Gündüz lale, gül, leylak kokularıyla mest kocaman bahçeli, gece her bir odasında müzik sesleri, insan gülüşleri, avizelerinde ışık selleri olan bir İstanbul yalısında doğmuştu. Yazın bahçede, kışın büyük yemek salonunda-küçük yemek salonu hafif ateşi çıktığı, rengi solduğu, halsiz, mutsuz olduğu, kahkahalardan, uçsuz bucaksız sohbetlerden sıkıldığı zamanlarda onları kapının dışında bırakabildiği ender yerlerden biriydi- sabah kahvaltısıyla donanan sofralar günün ilerleyen saatlerine uygun tabaklar, çatallar, bardaklarla dolar, hiç boş kalmazdı. Yalıdan misafirlere, misafirlerden yalıya bulaşan şatafatın ortasında kalakalmıştı Mefkûre Meliha Hanım. Çocukluktan gençliğine ilerleyen zamanda bu şatafat çemberi onu içine alacağı yerde çeperi yoğunlaştıkça merkezi boşalan bir hâl almıştı. Sessiz,sakin, biraz huysuz, biraz da uyumsuz bir çocuktu herkesin gözünde. "bu gidişle uzak yıldızlar gibi olacaksın Meliha" demişti bir gün kütüphane odasındaki koltukta dizlerine koyduğu başını okşarken büyükannesi. Sadece onunla konuşurdu uzun uzun.. birbirlerine kitap okurlar..düşündüklerini, hayallerini anlatırlardı..ama azıcık da cemiyetin içinde olmasını ister, bunu lisan-ı münasiple söylerdi büyükanne..bir onu itiraz etmeden dinler, gözlerinde muzip bir ışıltı, dudaklarında huzurlu bir tebessüm olurdu. 
Resim, müzik, dans, adab-ı muaşeret..akla gelecek gelmeyecek ne tür ders varsa aldı Mefkûre Meliha Hanım. Bütün bunlar babasının Paris sefaretine atandığı o yıl ve sonrasında çok işine yaradı. Ama an'da işe yarayan şeyler zamanda heba olabilirdi ve sessiz, sakin bir çocuktan çığırtkan, delifişek, günü gününe uymaz, huzursuz bir genç kadın doğabilirdi. 

Paris aklını başından aldı deseler de, ihtimal kendi dışında gelişen kalabalıktan, şatafattan kurtulunca kendi yaratabileceğini istedi Meliha.. bunu yarattıkça da hükümranlığının tadını ne kadar çıkarabileceğini görmek, göstermek elbette. Aklının fikrinin olduğu kadar cilvesi, işvesinin, derin yeşil gözlerinin, esprili sözlerinin, artık nerede güleceğini nerede dudak bükeceğini hesaplamasını bilmesinin de payı büyük kuşkusuz. İsmiyle müsemma geçen bu yıllarda da çocukluğundan miras can sıkıntısı terekesi bir türlü çıkarılıp paylaşılamamış gibi ağırlaşıyor, çevresindeki onca ilgi, ihtimam her geçen gün içinde büyüyen boşluğu dolduramıyordu. 
Balolar, konserler, sergiler, partiler..çocukluğunun yalısındaki küçük yemek salonu niyetine de Londra'ya, Alplere gitmeler..gönül açmadan gönül çelmeler..biri bitmeden diğeri başlayan dedikoduların başmüsebbibi olmalar.. uğruna patlayan şampanyalar, edilen kavgalar, yazılan şiirler bahar sabahı gölün üstünde toplanmış ufacık esintiyle dağılıp gitmeye meyilli sis naifliğindeki ilgisini çekmedi Mefkûre Meliha Hanım'ın. 

Rivayet o ki; cabaret des truands'da bir gösteri gecesi sonrası değişti herşey. Sesin, soluğun, müziğin mekanlarından elini eteğini çekti buna rağmen coşkusunda bir nebze bile eksiklik olmadı. Gözlerindeki mutsuz, ürkütücü ışıltı yumuşadı, çam ağaçları üstündeki kar taneciklerinin pırıltısına dönüştü. Sormaya kimsenin cesaret edemediği bu durum üstüne yapılan tahminlerin, kulaktan kulağa yayılan fısıltıların da haddi hesabı olmadı. 

-Seine nehrindeki portre ressamlarından birine yüzünde dünyanın en güzel gülüşüyle portresini yaptırdı. günlerden pazardı, aylardan nisan
-gri köşeli şapka giyen bir beyefendinin kolunda nehre çıkan sokaklardan birinin köşesini dönerken görüldü. Akşamüstüydü, bahar rüzgarı esiyordu.
-mağmun havalarda, Şanzelize'deki küçük kafenin iki kahve fincanı kâh mırıltılı kâh kahkahalı sohbetlere saatlerce eşlik ettiler.

cabaret des truands'daki o geceden bir yıl sonra..

-paltosunun üstünde birikmiş karlardan uzun süre yürüdüğü anlaşılan bir akşamüstünden sonra haftalarca odasından çıkmadı. Aylardan Ocak'tı. Günlerden Salı. 
-Ne doğumlar ne de ölümler başka bir kente, başka bir ülkeye gitmesi için sebep oldu. 
-sekiz odalı, iki salonlu evin sokağa bakan büyük odasına kitaplarını, daktilosunu, yatağını, bir iki parça yadigar eşyayla birlikte pembe berjerini taşıdı.  
-hiçbir postacıya kapıyı açmadı. 

belki de bütün bunlar Mefkure'nin torpidolanarak batacak bir yelkenli gemi olduğunu bilememesindendi. 

U(YKSZ)









Temmuz 08, 2015

SuHuLeT




Öyle çok yorucu işi yoktu Mağmum Müfit Bey'in. Konuşması, yürümesi, taşıması, hoplaması-zıplaması gerekmiyordu. Vasatın biraz üstü, şaşaanın epey altı maaşıyla, paşa babasından kalan evinde kendi kendine kol kanat geriyordu. Güzel havaların bozamayacağı kadar dört başı mamur halet-i ruhiyesi olmasa da, döneminde yaşasa evkaftaki memuriyetten ayrılmayı düşünecek bi adam değildi. Aslında düşünecek pek bi şeyi ; kendisine sorsan çok, başkasına sorsan yoktu. Daha da aslısı sorulacak pek kimsesi de yoktu: 
-İnatla eski zaman şekerleri satan, yağ-mazot kıtlığından kalma mahalle bakkalı-ki her hal ve şartta ondan alışverişini yapardı Mağmum Müfit Bey, ihtiyacı olan yiyecek-içeceği orada bulamazsa almazdı, 
-üst katta, mübalağasız yazı kışı balkonda dizlerinde battaniyesiyle geçiren, halâ garnizon komutanı olduğunu sanan, bütün ailesini meş'um bir trafik kazasında kaybeden emekli Feridun Bey, 
-çöp alma bahanesiyle mahalle dedikodularını nakletmeye meyletmiş; Mağmum Müfit Bey'in boş bakışları yüzünden hevesi kursağında gezen, kapıcı kocası kaçıp gittiğinden iki çocuğunun boğaz nafakasını mesleği üstlenerek çıkarmaya çalışan Meftune, 
-düz beyaz kağıda, S.T. Dupont-Montparnesse-F 18K Gold kalemle her ay düzenli bir inatla Mağmum Müfit Bey tarafından Paris'te bir adrese yazılan yeryüzündeki belki de tek mektubu iade etmek üzere kapıyı çalan postacı Refik. 
Bildiğimiz bunlar.

Beklenmedik bir anda doğmuştu Mağmum Müfit Bey. Validesi altıncı ayı geçirdiğinde sevinmiş, yedinci ayı atlattığında rehavete ermiş ama sekizinci ayda dolunaylı bir gecede doğumu yapmış sonrasında da  bu dünyada yapacak başka işi kalmadığına kanaat getirmişti. Aile eşrafı yaşaması mucize olarak addedilen Müfit'in yıl be yıl büyümesini hayretle seyretmiş, paşa babasının bir dediğini iki etmemesini zamanla esefle karşılamış, sonra büyükten küçüğe sıraya girmişçesine dünya değiştirmişlerdi. Paşa babanın da ortalarda bir yerlerde sırası gelmişti. Mağmum Müfit Bey o esnada dil öğrenmesi, aklını, ruhunu geliştirmesi, -paşa babanın gizli arzusu olarak da- daha çok üstündeki rehaveti atması, gözünü gönlünü açması için Paris'te bulunmakta idi. Hayat şartları denilen şey zamanın ve bilhassa kişinin şartlarına uymamasıyla ünlüdür. Bu mesel Mağmum Müfit Bey'de de zerre şaşma göstermemişti. Sonrası bildik hikaye..apar topar yurda dönüş, malın mülkün paylaşımı, eldekiavuçtakinin olan-olmayan borçlara dağıtılması, alelacele bulunmuş kütüphane memurluğu işi. Beklenmedik anda doğmasıyla yitmişti beklentileri belki de Mağmum Müfit Bey'in. Bilinmez.

Bilinen..
"günaydın", "tamam", iyi günler" sözcüklerini tamamlayan sesi..
aynı saatlerde evden çıkıp aynı saatte geri dönmesi..  
akşamları aynı saatte dual pikaptan ince sadâ duyulan "dîl-hûn olurum yâd-ı cemalinle senin ben" şarkısı..
salonun caddeye bakan penceresinden sızan solgun ışık, yağmur yağdığında o pencerenin açılması..
her gün ışımasının hemen ardından hafifçe sızan çekilmiş kahve kokusu..  
yatma saatinden uyuma saatine kadar bazen düzenli aralıkla bazen daha uzun süren sessizlik sonrası çevrilen sayfaların sesi.. 
Ocak ayında bir hafta kadar süren kesik öksürük.. 
baharda takılan gri, köşeli şapka.. 
çok nadir..ihtimal kelebeklerin kozadan çıktığı anlarda..ıslığında La Femme de mon Ami..

Bütün bunlar Suhulet'in sadece bir vapur adı olmadığını belki de bilmemesindendi.


U(YKSZ)













Mayıs 12, 2015

Lucid Dreaming



rüyamda siyah bi kaplana dönüşmeye çalışıyordum Abidin. "panterdir o" deyip durma. çekinik alellerim var benim. çok sancılı bi süreçti.. gelişirken ayaklarımızın üstünde durmak epey zamanımızı almış olmalı.. tersini gerçekleştirmek de öyle.. ellerin ayaklara dönmesi hatta, daha zor..konuşmayı bırakıp ulumak, hırıldamak kolay ama bak. en güzeli de gözlerin dişlerin keskinleşirken duygulardan uzaklaşıyor olmak.. ama yarım kaldı.. ne insan kaldım ne kaplan olabildim rüyada.. 

uykusuz olan birinin rüyalardan söz etmesi garip gelebilirse de gelmesin. Ne demiş Sabahattin Ali, o meşhur hikayede;
"hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir"
kafasının içinde yaşayan bi karakterdi. ben de öyle. 
kafamın içinden çıkamadım. ne öfkelendim doğru dürüst, ne kin güdebildim..ne bi başkasını ne kendi kendimi yiyemedim.. kafam beceriklidir çünkü. her iş elinden gelir. kırıkları onarır, delikleri yamar, izolasyon şeridi çeker, duvar örer gerekirse yıkar, yaraları pansumanlar, sarar, çürükleri çarıkları ayırır çöpe atar, iyi olanları sular, gübreler, hangi şeyler ışıkta serpilip güzelleşir hangileri gölgede kalmalı bilir, boya badana yapar, kirlilerle temizleri ayırır ve kirliler yıkanır mutlaka..üstüne çay da demler, çayla birlikte her şeyin demini almasından yanadır bi de.. sabrın sonu selamet değil demiştim bi keresinde..değil tabi demişti o da  gülerek..sabrın sonu ölümdür. demlenmekle sabretmeyi bir tutmamam gerekiyordu ve ben demlenmeyi işime gelecek şekilde anladım..sesini çıkarmadı. 
bilinip konuşulmayan şeyler hanesi. 
ne zaman yerleştim kafamın içine tam hatırlamıyorum. hatırladığım maaile sobanın başında oturmuşuz. büyüklü küçüklü anneler babalar, teyzeler amcalar, yeğenler, halalar.. belki de abartıyorum o kadar büyük ev nerde? kafamın içinde öyle işte. kar yağıyor, pencereden görüyorum. çıkıp koşmak, yuvarlanmak istiyorum.. izin vermiyorlar..bi oda dolu çocuğuz.. kestane var soba üstünde.. karşı duvarda bi yatak, yatakta bi hasta; arada inliyor.. inlemese yatakta bi ölü var diyeceğim. odada duralım diye kestane ayıklıyorlar, hikaye anlatıyorlar. öcüler, böcüler, umacılar, karabasanlar gırla gidiyor. korkalım dışarı çıkmayalım diye yapıyorlar.. ama kafam alıyor beni öcülerle böcülerle el ele kol kola karabasmaya gidiyoruz. hasta ölüyor.. sabrın sonu ölüm. ben dışarda karların içindeyim. ölü beyaz ..ben beyaz.. kar beyaz. 
sanıyorum o günden beri kafamın içindeyim.









Nisan 25, 2015

ELLIQAEY



bir kış günü
karanlık ve ağır bir aralık ayı
yalnızım
penceremden sokağa bakıyorum
üzerinde sessizce düşen taze kar örtüsü
taşım ben
bir ada
duvarlar diktim
kudretli ve sağlam surlar
kimse giremesin içeri
dost istemem dostluk acı verir
gülünecek şeyler sevecenlik uzak bana
taşım ben
bir ada
aşktan hiç söz etme
ama kulağıma çalınmış bir yerlerden
zihnimde uyur
ölü uykusunda duygularım
rahatsız etme
aşık olmasaydım ağlamazdım
taşım ben
bir ada
kitaplarım var
beni koruyacak şiirlerim
zırhımı kuşanmışım
odamda gizleniyorum
rahimde güvendeyim
kimseye dokunmam
kimse de bana dokunmasın
taşım ben
bir ada 
taşlar acı çekmez
adalar asla ağlamaz
  I AM A ROCK / SİMON - GARFUNKEL 

bir taşım ben..bir ada..
uçurumlu bi kalbin kıyısından itilmiş de olabilirim...atlamış da. Ah o 9,8 m/s2..
bir sonuca götüren değişmez değerler var fizikte de kimyada da, sende de, onda da, şurda da burda da.. nedenini, nasılını umursatmaz adama. sabit değer derler adına.. sevsinler.. benimse sevdiğim tek sabitlik gözlerine değdiğim an.. gerisi muamma:
  
 "bende yok sabr ü sükûn, sende vefadan zerre;
  iki yoktan ne çıkar fikr edelim bir kerre"

bir taşım ben..bir ada..
uçurumlu bi kalbin kıyısından itilmiş de olabilirim..atlamış da. 
taş üstüne taş..ada üstüne ada.. iki yalnızlıktan bir sonsuzluk çıkarsa ne kalır. bilmek için gidiyorum. 

kuzey ışıklarının altında, derin okyanusun kıyısında.. 

deniz hidrografi ve oşinografi dairesi başkanlığından bildirilmiştir: 
63 derece 26 dakika 56 saniye Kuzey, 
20 derece 11 dakika 36 saniye Batı.. 

geceleri yıldızları sayacağım.. gündüzleri taş yontacağım. dünyanın bütün devirlerinden yeniden geçip insanımı yaratacağım. kendi kendini gerçekleyen kehanetten kendini gerçekleyen lanete dönüşmeyi umacağım. 
taşım ben.. bir ada. 
taşlar acı çekmez
adalar asla ağlamaz.
gerisi muamma.












.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...